Mayıs'ın yirmisinde, akşam saat sekiz'de, N - topçu
birliğinin altı bataryası, geceyi geçirmek üzere Miystetçki köyünde kamp
kurdular. Tam kargaşanın ortasında, kimi subaylar silahlarıyla meşgulken,
kimisi kilisenin yanındaki meydanda toplanmış üstlerinin emirlerini dinlerken,
tuhaf bir ata binmiş, sivil giysili bir adam, kilisenin yanına geldi. Kısa
kuyruklu, sağlam boyunlu, boz renkli küçük at, sanki dans eder gibi yan yan
adım atıyordu.
Adam subayların yanına gelince şapkasını çıkardı ve ,
- Ekselansları Korgeneral von Rabbek, sizleri çaya davet
ediyor.
At döndü, yine dans ederek gitti, mesajı getiren şapkasını
tekrar taktı ve tuhaf atıyla kilisenin ardında gözden kayboldu.
Bazı subaylar, bölülerine dağılırken,
- Bu kahrolası da ne diyor? diye homurdandılar. Von
Rabbek ve çayı! Çayın ne anlama geldiğini biliyoruz. dediler.
Altı bataryanın subayları da önceki yıl olan bir olayı gayet
net hatırladılar. Manevralar sırasında, bir alayın subaylarıyla birlikte, tıpkı
bunun gibi, çevrede malikanesi olan bir Kont tarafından çaya davet
edilmişlerdi. Misafirperver, gönlübol Kont, onları yedirmiş, içirmiş, köydeki
bölüklerine dönmelerine izin vermemiş geceyi orada geçirmelerini istemişti,
tabii tüm bunlar çok güzeldi, daha iyisi olamazdı fakat işin beteri,
emekli subay genç subayların dostluğundan o kadar memnun olmuştu ki, gün
ağırana kadar parlak askerlik geçmişinden anılar anlattı, evini gezdirdi,
pahalı tabloları, eski oymaları, antika silahlarını gösterdi ve ünlü
kişilerin yazılarını okudu, yorgun, bitkin düşün subaylar onu
dinlediler, esnediler ve sonunda ev sahibi gitmelerine izin verince, artık
uyumak için çok geç olmuştu!
Acaba bu Von Rabbek de böyle biri miyidi? Öyle birisi
olsun veya olmasın, yapılacak bir şey yoktu, subaylar üniformalarını
değiştirdiler, fırçaladılar, ve hep beraber beyefendinin evnii aramaya
gittiler. Kilisenin meydanında ekselans'ın evine iki yoldan gidildiğini
öğrendiler, küçük patikadan nehir boyunca gidip, bir bahçeye oradan da caddeye
çıkınca eve gidiliyordu ya da yukarı yol kiliseden dosdoğru gidilip, köyden
yarım mil uzakta ekselanslarının tahıl ambarlarına çıkıyordu.
Subaylar üst yoldan gitmeye karar verdiler.
Yolda, bu von Rabbek de kim? diye merak ettiler.
"Plevne'deki N - süvari bölüğünündeki olamaz
- Hayır o sadece Rabbe idi, von'u yoktu.
- Hava ne güzel!
Tahıl ambarlarına gelince yol ikiye ayrıldı, biri dosdoğru
uzanıyor ve akşam karanlığında kayboluyordu, ötesi sağ tarafa kıvrılıp ev
sahibine gidiyordu. Subaylar sağa döndüler ve daha yavaş konuşmaya başladılar.
Yolun her iki tarafında kırmızı damlı, taş ambarlar diziliydi, ağır bir
görünümleri vardı sanki kasabadaki barakalara
benziyorlardı...önlerinde malikanenin pencereleri parlıyordu.
Bir subay ' Bu iyiye işaret, köpeğimiz en önde gidiyor,
şüphesiz bizden önce kokuyu aldı'
Teğmen Lobitko, önde yürüyordu, uzun boylu, gürbüz, iyi
beslenmiş yüze sahip, yirmibeş yaşında olmasına rağmen başında saç kalmamış,
bıyıksız biriydi, en tuhafı da bir yerde kadınların bulunup bulunmadığına
dair sezgileri vardı.
- Evet, bu evde kadınlar var, hissediyorum.
Kapının eşiğinde, Von Rabbek, subayları bizzat karşıladı, 60
yaşlarında, sivil giyinmiş, sevimli bir adamdı, ziyaretçileriyle el
sıkıştı, onları görmekten çok mutlu ve memnun olduğunu söyledi, geceyi
geçirmelerini isteyemeyeceğinden dolayı da özür diledi çünkü iki
kızkardeşi ve çocukları, erkek kardeşleri ve birkaç komşusu da ziyarete
geldiklerinden hiç boş odası kalmamıştı.
General herkesle tek tek el sıkıştı, gülümsedi, özür diledi,
fakat geçen seneki Kont kadar sevinmiş gözükmüyordu, onları sadece formalite
icabı davet etmiş gibi görünüyordu, subaylar yumuşacık halıların üzerinde
yürür ve bir yandan Generali dinlerlerken, onun kendilerini davet etmezse tuhaf
kaçacağı için davet ettiklerini hissettiler, uşaklar alt katın ve antrenin
lambalarını yakmak için sabırsızlanırlarken, subaylar ev halkının rahatını
kaçırdıkları, huzursuzluk verdikleri hissine kapıldılar, kızkardeşler, erkek
kardeşler, konu komşunun toplanıp ailece eğleneceği bir evde, tanımadıkları
ondokuz subayın varlığı nasıl hoş karşılanabilirdi ki?
Salonun girişinde, subayları İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen,
uzun boylu, kara kaşlı, zarif bir hanımefendi karşıladı, asil ve nazik bir
tavırla gülümseyen kadın, onların ziyaretinden memnun ve mutlu olduğunu söyledi
ve kocasının onları geceyi geçirmeleri için davet edememesinden dolayı özür
diledi, misafirlerine arkasını döner dönmez asalet dolu gülümseyişi
kayboluyordu, belli ki ömrü boyunca yüzlerce subay görmüştü ve artık bıkmıştı,
onları evine davet etmesi ve özrü de sadece aldığı terbiye ve sosyal konumu
gereği yaptığı bir hareketti.
Subaylar büyük yemek odasına girdiklerinde, içeride bir düzine kadar ,
genç, yaşlı hanım ve bey vardı, uzunca bir masada çay içiyorlardı,
sandalyelerinde oturan bir grup adam etraflarındaki puro dumanı içinde zarzor
seçiliyordu, onların ortasında, kızıl bıyıklı, yüksek sesle İngilizce konuşan
bir adam ayak duruyordu, grubun arkasında açık mavi mobilyalarla döşenmiş bir
oda göze çarpıyordu.
General, hoş görünmeye çalışarak yüksek sesle
- Beyler, o kadar kalabalıksınız ki hepinizi tek tek
tanıştırmak imkansız, formaliteleri bırakıp, herkes kendisini tanıtsın. dedi.
Subayların bazıları ciddi, bazıları gülümseyen yüzlerle, ama
hepsi de biraz şaşkın, başlarıyla selam vererek çay için masaya geçtiler.
İçlerinde kendini en rahatsız hisseden, Raboviç'di,
gözlüklü, genç bir subaydı, tıpkı bir vaşak gibi bıyıkları vardı, diğer
arkadaşları ciddi gözükürken, kimisi de zoraki gülümsüyordu, Raboviç'in yaban
kedisi bıyıkları, gözlüklü yüzü sanki" ben tüm bölükteki en utangaç,
en mütevazi ve en sıradan" adamım diyordu. Odaya girip, masaya
oturduğunda gözleriyle kimseye veya bir nesneye bakamadı, yüzler, giysiler,
kristal içki sürahileri, çay bardaklarından gelen buhar, güzel duvar
süslemeleri, tüm bunlar birleşip, Raboviç'in duygularını alarma geçirmiş,
saklanmak istemişti, sanki topluluk önünde ilk dersini verecek bir öğretmen
gibiydi, gözünün öndeki her şeyi daha önce görmüş ama gördükleri hakkında çok
az şey bilen biri gibiydi. (psikolojide bir insanın bir şeyi görmesine rağmen,
anlamamasına psikolojik körlük denir) Biraz sonra Raboviç, etrafında gördüğü
şeylere alışmaya ve daha net bakıp, gözlemlemeye başladı. Utangaç, toplum içine
çıkmaya alışık olmayan bir adam olarak, onu ilk çarpan şey bu yeni ahbapların
alışılmadık cesaretleriydi.
Çay masasında, general ve eşi, yaşlı iki hanım, leylak rengi
elbiseli genç bir hanım, generalin küçük oğlu olduğu anlaşılan kızıl bıyıklı
genç adam, kurnazca ki sanki daha önce prova yapılmış gibi- subayların
arasındaki sandalyelere oturmuşlardı ve hemen hararetli bir konuşmaya
başladılar, öyle ki, subayların konuşmaya katılması mümkün değildi, leylak
rengi elbiseli genç hanım heyecanlı heyecanlı topçu taburunun piyade ve
süvarilerden daha çok zamanı olduğunu savunurken, general ve yaşlı hanımlar aksini
söylüyorlardı, konuşmalar bu minval devam etti, Radoviç, leylaklı hanımın bir
kadın için böyle ilgisiz bir konuda bu kadar heyecanlı tartışmasını
gözlemlerken bir yandan da kadının yüzünde gidip gelen sahte gülücüklere
bakıyordu.
General ve ailesi ustalıkla subayları da tartışmaya dahil
ettiler ve bir yandan kadehlerinin arkasından, bıyık altından onları incelemeye
koyuldular hepsinin çayı var mı? Yeterince şeker var mı? Filan niye kekini
yemiyor veya brandi içmiyor...
Raboviç, onlara baktıkça ve dinledikçe, sahte fakat
olağanüstü disiplinli bu aileye olan ilgisi daha da artıyordu.
Çaydan sonra subaylar salona geçtiler, teğmen Lobitko'nun
içgüdüleri onu yanıltmamıştı, içeride birçok genç kız ve evli genç hanım
vardı. Teğmen az sonra kendisini siyah elbiseli çok genç bir kızın
yanında buldu ve sanki görünmez bir kılıcı tutar gibi, kendine güvenli şekilde
gülümseyerek, kızı selamladı, muhtemelen ilginç ama saçma şeyler anlatıyor
olmalıydı ki, kız ilgisizce ikidebir 'gerçekten mii?' diyordu, adam kıza asla
söz geçiremeyeceği sonucuna vardı.
Derken piyano başladı, bir valsin hüzünlü nağmeleri açık
pencerelerden etrafa yayıldı, ve herkes bir sebepten mevsimin bahar olduğunu
anımsadı, bir Mayıs akşamıydı, herkes güllerin, leylakların ve taze kavak
yapraklarının kokusunu duyuyordu. Raboviç içtiği brandinin ve müziğin tesiriye,
pencereye doğru baktı, genç adama göre, çiçeklerin, yaprakların kokuları
bahçeden değil, hanımların yüzlerinden ve elbiselerinden geliyordu.
Generalin oğlu az sonra sıska, genç bir hanımı dansa
kaldırdı, salonda iki kez onunla döndüler, parke zeminde kayarak, leylaklı
kızın önüne geldi ve onunla dönmeye başladılar, Raboviç, kapının yanında, dans
etmeyenlerle birlikte duruyordu, hayatında hiç dans etmemişti ve hayatında bir
kez bile kolunu, saygıdeğer bir kadının beline dolamamıştı. Bir erkeğin hiç
tanımadığı bir kadının beline kolunu dolayabilmesi, kadının da elini o erkeğin
omzuna koyabilmesi çok hoşuna gitmişti ama kendisini o erkeğin yerinde
düşünemiyordu.
'Kadril' dansı başlayınca general dans etmeyenlerin yanına
gelip, iki subayı bilardo oynamaya davet etti, adamlar kabul ettiler ve
salondan çıktılar, yapacak bir şeyi olmayan Raboviç de generali'in takip etmek
istedi ve peşinden gitti, büyük salondan küçük salona geçtiler, sonra cam
vitraylı bir tavanı olan dar koridora, oradan başka bir odaya geldiler,
kanepedeki mahmur yüzlü uşaklar derhal ayağa fırladılar, sonunda bir sürü odayı
geçip, bilardo masasının olduğu küçük bir odaya geldiler ve oynamaya başladılar.
Raboviç, iskambilden başka oyun oynamamıştı
ama bilardo masasının yanında durdu, ve ilgisizce oyuncuları izlemeye başladı,
adamlar ceketlerinin düğmelerini açmış, ellerinde ıstakalar, oynuyor bir yandan
anlamadığı şeyler söylüyorlardı, hiçbiri Raboviç'e aldırmıyordu, arada
dirsekleriyle ona çarpıyor veya ıstakanın ucu adamcağıza değerse, 'pardon'
diyorlardı o kadar, ilk tur oyun bitmeden Radoviç yorulmuştu, istenmediğini hissetti ve
tekrar salona dönmeye karar verdi. Odadan çıktı.
Salona giderken başına küçük bir macera geldi. Yarı yolu
gitmişti ki, yanlış yöne saptığını farketti, koridorda yüzleri mahmur uşaklar
olduğunu hatırlıyordu fakat beş altı oda geçtiği halde uşaklara rastlamamıştı,
hatasını farkedip, biraz geriye gitti, sağa döndü, kendisini bilardo odasına
giderken görmediği, karanlık küçük bir odada buldu, orada biraz durduktan
sonra, gözüne ilişen ilk kapıyı açtı ve karanlık bir odaya daha girdi, odanın
diğer tarafındaki kapıdaki aralıktan loş bir ışık yansıyordu ve hüzünlü bir
mazurka (bir Rus çalgısı) sesi geliyordu, bu odanın da pencereleri açıktı
ve dışarıdan leylak, gül ve kavak kokuları yayılıyordu.
Raboviç hala tereddüt içindeydi, tam o sırada, hızlı ayak
sesleri işiterek şaşırdı, nefes nefese kalmış, kadınsı bir ses
"nihayet!" dedi ve iki yumuşak, parfüm kokulu, kadın kolu, adamın
ensesine dolandı, ılık bir yanak yanağına değdi ve aynı anda da bir öpücük
hissetti, fakat birden öpücüğün sahibi hafif bir çığlık attı ve zıplayarak
kendini geriye çekti, Raboviç de, az kalsın çığlık atacaktı ve telaşla, ışık
sızan kapıya doğru koştu.
Balo salonuna geldiğinde kalbi öyle çarpıyor ve elleri o
kadar titriyordu ki, arkasında saklamak zorunda kaldı. Başta, sanki bütün balo
salonundakiler bir kadın tarafından öpüldüğünü ve kucaklandığını biliyorlar
gibi geldi...olduğu yerde büzüldü ve çok sıkıldı, fakat sonra herkesin eskisi
gibi konuşup, dans ettiğini görünce, kendini hayatında daha önce hiç yaşamadığı
bu yeni duyguya verdi. Ona çok tuhaf bir şey olmuştu, bu yeni, tatmadığı duygu
baştan, ayağa onu sarıyordu, ensesine dolanan yumuşak kollar, yanağındaki
bilinmeyen kişinin öpücüğü..dans etmek, konuşmak, bahçeye çıkmak ve kahkahayla
gülmek istedi...utangaç, yaban kedisi bıyıklı, sıradan bir adam
olduğu hakkındaki fikirlerini tamamen bırakmıştı, generalin karısı yanından
geçerken, kadına öyle dostça gülümsedi ki, kadın ilgiyle ona baka
kaldı. Raboviç, gözlüklerini düzelterek, kadına
- Evinizi çok beğendim dedi.
Generalin karısı gülümsedi ve evin babasından kaldığını
söyledi, sonra Raboviç'e ailesinin hayatta olup olmadığını, uzun zamandan beri
mi orduda olduğunu, niçin bu kadar zayıf olduğunu ve bunun gibi pekçok şey
sordu. Sorularına cevap aldıkça da, daha başka sorulara devam etti ve sonunda
kadının gülümseyişi her zamankinden daha dostça olmuştu ve Radoviç harika
insanların arasında olduğunu hissediyordu.
Yemekte, Raboviç, robot gibi, kendisine ikram edilen her
şeyi yedi ve içti, kendisine ne olduğunu anlamaya çalıştı, yaşadığı macera
esrarengiz ve romantikti ama açıklaması zor değildi, belli ki bir genç kız veya
evli bir hanım, bir erkekle o karanlık odada buluşma ayarlamıştı, epey
bekledikten sonra, sinirden ve heyecandan Raboviç'i beklediği kahramanla
karıştırımıştı, Raboviç öpücüğü bu şekilde açıklıyordu kendisine.
Ve çevresindeki kadınların yüzlerine bakarak "acaba
hangisiydi?" diye düşünüyordu, genç biri olmalı çünkü yaşlı hanımlar
randevu ayarlamazlar, bu hanımı parfümünden, sesinden ve
elbisesinin ipeksi hışırtısından tanıyabileceğini düşünüyordu.
Gözleri leylaklı genç hanımda durdu, çok çekici olduğunu
düşündü, güzel omuzları ve kolları, zeki bir yüzü, tatlı bir sesi vardı,
Raboviç, ona bakarak esrarengiz kadının o olmasını diledi ama kadın biraz sahte
gülümsüyordu ve burnu kırışınca daha yaşlı göründü gözüne ve siyah elbiseli
kıza çevirdi gözlerini, o daha genç, sade ve içtendi, şarap kadehiyle zarif bir
şekilde şarabını içiyordu, Raboviç şimdi de o kızın esrarengiz kadın olmasını
umdu fakat sonra yüzünü fazla düz buldu ve gözleri diğer kadına takıldı..
Tahmin etmek güç diye düşündü, leylaklı kadının omuz ve
kolları, bir ötekinin kaşları, Lobitko'nun solunda oturanın gözleri...
kafasında hepsinin bir karışımını yaptı ve kendisini öpen genç kızı hayal etti
ama masada öyle birisini göremedi.
Yemekten sonra yorgun subaylar teşekkür edip, kalkmaya
başladılar, general ve eşi geceyi geçirmelerini teklif etmedikleri için tekrar
özür diledi. Bu sefer general samimi bir şekilde 'sizleri tanıdığıma çok
çok memnun oldum' dedi. (Çünkü insanlar misafirlerini uğurlarken daha
içten, daha nazik olular) "Memnun oldum, yine buyrunuz",
"Formaliteye gerek yok," "Yukarı yoldan mı
gideceksiniz, yok, bahçeden doğru karşıya geçin, aşağı yol daha
yakın" ...
Subaylar bahçeye çıktılar, parlak ışıklar ve müziğin
gürültüsünden sonra bahçe çok karanlık ve sessiz görünüyordu, bahçe kapısına
kadar sessizce yürüdüler hepsi azcık çakırkeyif, mutlu, hoş duygular içindeydi,
ve sessizlik onları bir anlığına düşünceye daldırdı, muhtemelen Raboviç dahil
hepsi bir an bir gün kendilerinin de generalinki gibi böyle büyük bir evi,
bahçesi olacak mı, sahte de olsa konuklar davet edip, onları yedirip,
içirecekler miydi?...
Bahçe kapısından da çıkınca, hepsi yüksek sesle gülüp konuşmaya
başladılar, here inen küçük yol boyunca yürüyorlardı, salkım söğütler suya
deyiyordu, karahlık bastı iyice, yol ve nehrin kıyısı zarzor seçiliyordu,
karanlık suda yıldızlar aksediyordu, nehrin karşı kıyısı ise zifiri karanlıktı
ama suyun hızlı hızlı aktığı seçiliyordu, karşı kıyıdaki mahmur çulluklar
öttüler, bir çalılıkta bülbülün teki kalabalık subaylara aldırmadan şakıyordu,
subaylar çalıların yanında durdular fakat bülbül şakımaya devam etti.
- Şuna bak, yanında durduk ama bizi takmadı bile hergele!
Sonunda yorgun argın tepeye tırmanıp, kilisenin meydanına,
kamp yerine geldiler, oturup sigaralarını yaktılar, nehrin karşı yakasında
kızıl bir ateş gözüküyordu, uzun bir süre bunun bir kamp ateşi mi, pencereden
yansıyan ışık mı olup olmadığını tartıştılar, Raboviç de ışığa baktı ve ona
sanki ışık öpücüğü biliyor da, kendisine göz kırpıyormuş gibi geldi.
Barakalarına geldiler, Raboviç çabucak soyunup yatağa yattı,
Lobitko ve sakin, çok okumuş, kültürlü biri olan teğmen Merzilakov,
yanında getirdiği gazeteyi okuyordu. O da Raboviç'le aynı barakada kalıyordu,
Lobitko odada bir süre gezindi, sıkıntılıydı, sonra emirerine bira istetti,
Mezilakov yatağına yattı, yanındaki mumu yaktı ve gazetesini okumaya başladı,
Raboviç, sigara dumanı kaplı tavana bakarak, "Kimdi o kadın?" diye
düşünmeye başladı.
Ensesinde hala kadının nazik kollarını, dudağının kenarında
nane kokulu öpücüğünün ürpertisini hissediyordu, gözlerinin önüne leylaklı
kadın, siyah elbiseli kadın, broşlar, dans edenlerin görüntüleri geldi, gözlerini
kapadı, hızlı ayak sesleri, ipek elbisenin hışırtısı ve öpücüğün sesi...neşeyle
dolması...sonra emir erinin bira olmadığını söyleyen sesini duydu. Lobitko çok
kızdı, bir aşağı, bir yukarı yürümeye başladı.
- Salak! Ne aptal adam yahu, bira yok diyor!
Gözlerini gazetesinden ayırmayan Merzilakov, "tabii ki
buraya bira getirtemezsin" dedi.
- Öyle mi düşünüyorsun? Allah yardımcın olsun, ben olsam bu
dakika hemen hem bira, hem de kadın bulurdum, gidip bulacağım da bulamazsam
sahtekar olayım!
Bayağı oyalanarak, giyindi, çizmelerini giydi, sonra
sessizce sigarasını bitirip, dışarı çıktı.
- Rabbek, Grabbek, Labbek! hepsinin canı cehenneme! Raboviç!
Yürüyüş yapmak ister misin?
Cevap alamayınca, döndü, soyunda ve o da yatağına yattı,
Merizakov iç geçirip, gazeteyi bıraktı ve mumu söndürdü. Lobitko'ysa karanlıkta
bir sigara yaktı ve mmmm diye mırılandı.
Raboviç, yorganı başına çekti, kıvrıldı, kafasındaki
hayalleri bütün haline getirmeye çalıştı fakat başaramadı, sonunda uykuya daldı
son düşündüğü şey bir kadının onu okşadığı ve bunun onu çok mutlu ettiğiydi,
aptalca- olağanüstü- ama eğlenceli, hoş- rüyasında bile bu duygulardan
kurtulamadı.
Uyandığında, ensesindeki ürperti ve dudağındaki nane kokusu
gitmişti ama kalbi hala akşamki kadar çoşku doluydu, neşeyle güneş ışığıyla
parlayan pencerenin pervazına baktı, caddeden geçenlerin seslerini dinledi,
pencere yakınındaki insanlar yüksek sesle konuşuyorlardı, Raboviç'in
bataryasının komutanı Lebedetski, çavuşuyla bağırmaya alışkın, yüksek sesle
konuşuyordu.
- Daha başka neler var?
- Efendim, dün içki içme yarışı yaptılar,
biri güvercinin ayağına çivi çakmış, veteriner alçı ve sirke yaptı, şimdi
açıyorlar..Artemiyev de sarhoş oldu, teğmen, onu yedek silahların durduğu at
arabasına koymamızı emretti."
Çavuş, Karpov'un trompetlerin yeni kordonlarını ve çadır
halkalarını unuttuğunu, subayların evvelsi akşam korgeneral Rabbek'i ziyaret
ettiğini rapor etti.
Konuşmanın ortasında, kızıl sakallı Lebedetski, pencerede
belirdi, miyop gözleriyle subayların uykulu yüzlerine baktı ve günaydın dedi.
- Her şey yolunda mı?
Lobitko esneyerek,
- Atlardan birinin boynu yeni yular yüzünden çok sancıyor...
Komutanları, iç geçirdi, bir an düşündü ve yüksek sesle
- Galiba Aleksandra Yevgrafovna'yı görmem gerekecek,
hoşçakal, akşama size yetişirim.
Onbeş dakika sonra, askerler yola çıktı, tahıl ambarlarının
yanından geçerken, Raboviç, sağ taraftaki eve baktı, tüm pancurlar kapalıydı,
belli ki ev halkı hala uykudaydı, önceki akşam kendisini öpen kadın da uyuyor
olmalıydı, kadını uyurken hayal etti, büyük açık pencerleer, sabahın taze
leylak, gül, kavak kokuları, yeşil ağaç dalları, bir yatak, sandalye ve
üzerinde dünkü ipek elbise, minik terlikler, masanın üzerinde küçük bir saat,
hepsini gözünün önüne getirdi, fakat kadının yüzünün hatları, tatlı mahmur
gülüşü sanki elinden kayıp düşen porselen bir tabak gibi yok oldu..bir
kilometre at sürdükten sonra, arkasına baktı, sarı kilisle, ev, nehir, hepsi
bir ışık banyosuna batmıştı, mavi gökyüzünün aksettiği, güneşin gümüşi
parıltılarıyla, nehir çok güzeldi, Raboviç, sanki çok sevdiği bir yakınından
ayrılıyormuş gibi hissetti.
Önündeki yoldaki uzun, ilginç olmayan, yabancı sıraya baktı,
solunda, sağında buğday ve başak tarlaları uzanıyordu, askerlerin başları,
yüzleri ve sırtları toz, toprak içindeydi, kimi şarkı söylüyor, kimi
atların üzerinde trompetleriyle birlikteydi, kimileri de sanki bir cenaze
alayındaki meşale taşıyıcalarına benziyordu
Raboviç, beşinci bataryadaydı, önünde dört batarya
gidiyordu, başkası için bu manzara tuhaf gözükebilirdi, tüm bölükte altı
batarya vardı, atlılar muntazam atları kırbaçlıyor ve bazen bağırıyorlardı,
nihayet, yorgun, argın bir çiftlik sahibinin malikanesinin yakınında durdular,
Raboviç, çitin ardına baktı, iki yanı ağaçlı, güzel bir yol vardı,
gözlerinin önüne güzel yolda yürüyen kadınlar getirdi..
O sırada bir bağırış duyuldu: Subaylar dikkat! Sola dön..
Bölüğün generali, iki beyaz atın çektiği bir
arabayla geliyordu, ikinci bataryanın yanında durdu, bağırarak kimsenin
anlamadığı bir şeyler söyledi, Raboviç'in de aralarında olduğu birkaç subay
dört nala generalin yanına gittiler.
General, kızarmış gözlerini kırparak,
- Aranızda hasta olan var mı? diye sordu.
Zayıf bir adam olan General, yanıtını aldı, bir
an düşündü ve subaylardan birine doğru,
- Üçüncü bataryanın sürücülerinden biri, 'ayak
koruyucusu' çıkartıp, topun ön kısmına asmış, cezalandırın onu.
Gözlerini Raboviç'e dikti ve devam etti.
- Ön askıların fazla uzun
Birkaç böyle sözden sonra General, Lobitko'ya baktı ve
sırıttı.
- Teğmen bugün çok melankolik gözüküyorsun, Madam
Lopuhov'u mu özledin? Ha, beyler teğmen Madam'ı arıyor...
Bahsettiği kadın kırkını aşmış, uzun boylu bir kadındı,
subaylar saygılı saygılı gülümsediler, general çok komik bir şey söylemiş
olmaktan dolayı memnun, güldü, emirerinin sırtını sıvazladı, araba ardında bir
toz bulutu oluşturarak, yoluna devam etti. Raboviç, içinden " Tüm bu
olanlar bana ne kadar yabancı, general bir zamanlar aşıktı ve şimdi evlendi,
çocukları oldu, yüzbaşı Vahder de öyle, Salmanov Tatar ve kabasaba ama onun
bile sevdiği var...ergeç bir gün benim de bir aşkım olacak...
Kendisi de sıradan bir insandı, hayatı aleladeydi, bu hoşuna
gitti ve ona cesaret verdi, o kadını ve kendisini hayal etti.
Akşam, kamp yerine vardılar, subaylar çadırlarında
dinleniyorlardı, Raboviç, Merziyakov ve Lobitko bir küçük bir sandığın üzerinde
akşam yemeği yiyorlardı, Merziyakov dizlerine koyduğu gazetesini okumak için
sabırsızlandığından hızlı hızlı yiyordu, Raboviç bütün gün hayal kurduğundan
kafası allakbullaktı, içti, konuşmadı, üç kadehten sonra çakırkeyif oldu
hislerini yoldaşlarına anlatmak için karşı konulmaz bir arzu duydu.
Sesine değişik, umursamaz bir hava vererek
- Von Rabbek'lerde başıma tuhaf bir şey geldi, hani bilardo
odasına gitmiştim...
Her şeyi, öpücüğü ayrıntılarıyla anlattı, anlatmasının ne
kadar kısa sürmesine kendi de şaştı, halbuki sabaha kadar anlatacakmış gibi
geliyordu...
Çok yalancı biri olan Lobitko, ona hiç inanmadı, şüpheyle
baktı ve güldü, Merziyakov alnını büzdü, gözlerini gazetesinden ayırmadan,
- Tuhaf şey, ne acayip...adamın adını söylemeden boynuna
atılıyor! İsterik biri olmalı..
Raboviç, evet öyle olmalı diyerek arkadaşının fikrine
katıldı.
Lobitko, benzer bir şey bir kez benim de başıma gelmişti
dedi, yüzüne korkmuş bir ifade vererek anlatmaya başladı, "geçen yıl
Kovno'ya gidiyordum, 2.sınıf bilet aldım, tren kalabalıktı, uyumak imkansızdı,
kondoktöre yarım ruble verdim, bavulumu aldı ve beni başka bir kompartmana
koydu, uzandım, üstümü örttüm, karanlıkta birden birisi omuzuma dokundu, baktım
bir dirsek, gözlerimi açtım, bir kadındı, kara gözlü, kırmızı dudaklı, dolgun
göğüslü, burun delikleri ihtirasla açılıp kapanıyordu...
- Göğsünü anladık da karanlıkta dudaklarının kırmızı
olduğunu nasıl gördün?
Lobitko buna gülmeye başladı, Raboviç ise bozuldu ve
yatağına gitti, bir daha hiçbir sırrını anlatmamaya yemin etti.
Kamp hayatı başladı, günler birbirinin aynı geçiyordu, tüm
bu günler boyunca Raboviç sanki aşıkmış gibi hissetti, davrandı, düşündü.
Akşamları arkadaşları aşk ve kadınlar hakkında
konuşurlarken, onları dinledi ve kendisinin de katıldığı bir savaş
anlatılıyormuş gibiydi, uykusuz gecelerdeyse çocukluğu, annesi, babası, yakın
olan herkesi, tuhaf atı, Von Rabbek'i, İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen
karısını, karanlık odayı....düşündü
Ağustos'un otuzbirinde sadece iki bataryayla, Raboviç tekrar
ilk kamp yerine dönmek üzere yola çıktı, yol boyunca hayal kurdu, çok
heyecanlıydı, her şeyi yeniden görmek için can atıyordu, acaba o kadını tekrar
görebilecek miydi? görse ne konuşurdu? Ya da en kötüsü ya hiç
karşılaşmazlarsa...
Akşama doğru ufukta kilise ve beyaz tahıl ambarları gözüktü,
her saniye atıyla bir adamın gelip, subayları çaya davet etmesini bekledi ama
kimse gelmedi..subaylar bir an önce köye varmak için acele ediyorlardı.
Raboviç, Von Rabbek köyülülerden geldiğimizi duyacak ve bizi
davet edecektir diye düşündü, arkadaşlarınun mumları yakıp, semaverlere su
koymalarına anlam veremiyordu..uzandı, mesajcıyı bekledi ama gelen giden
yoktu..
Sonunda dayanamadı, dışarı çıktı, kiliseye doğru yürüdü, üç
asker onu görünce ayağa kalkıp selam verdi, Radoviç de selamlarını aldı,
patikaya saptı, nehrin karşı kıyısında gökyüzü kıpkırmızıydı, ay çıkmıştı, iki
köylü kadın mutfakta kıvırcık lahana vs. topluyordu, her şey Mayıs'taki gibiydi,
salkım söğütler de ama cesur bülbül şakımıyordu, ve taze çimen, kavak kokusu
yoktu..
Radoviç, bahçeye geldi, kapıya baktı, bahçe karanlık ve
sessizdi, sadece ağaçları ve yolun birazını görebildi, hiç ses yoktu, tekrar
nehir kıyısına indi, ev halkına ait çarşaflar iplerde kuruyordu, Radoviç onlara
dokundu, soğuk ve katıydılar..
- Ne aptallık! Ne aptallık! ...diye düşündü, Von Rabbek'in
mesajcısı gelmeyecekti, başkası sanarak kendisini öpen o kızı bir daha
göremeyecekti..nehre bakarak, tüm dünyanın anlamsız olduğunu düşünüyordu, her
şey ona boş geliyordu..
Tekrar geri döndü, fakat çadıra vardığında arkadaşlarını
bulamadı, emireri atlı bir mesajcının gelip, korgeneral Von Rabbek'in
subayları çaya davet ettiğini ve oraya gittiklerini söyledi.
Raboviç'in içini çoşkun bir neşe kapladı..ama bu neşe derhal
yok oldu, yatağına gitti ve kaderine lanet etti, o kızgınlıkla generalin evine
gitmedi.