Çenesi gırtlağının içindeydi, üst dudağı ve dişleri
gitmişti, tek gözü kapalıydı, öteki gözü yıldız biçiminde bir delikten
ibaretti, ince kaşları bir kadınınki gibi yay biçimindeydi, burnu zarar
görmemişti, bir kulağının memesinde hafif bir yırtık vardı, temiz siyah saçları
kafatasının arkasına doğru inek yalamış gibi uzanıyordu, alnı hafif çilliydi,
tırnakları temizdi, sol yanağının derisi üç şerit halinde geriye doğru
sıyrılmıştı, sağ yanağı pürüzsüz ve kılsızdı, çenesine bir kelebek konmuştu,
boynu omuriliğine kadar yarılmıştı ve oradaki kan yoğun ve parlaktı, ölümüne o
yara neden olmuştu. Sırtüstü yatıyordu patikanın ortasında; zayıf, ölü,
neredeyse zarif bir genç adam. Bacakları kemikli, beli ince, parmakları uzun ve
biçimliydi. Göğsü göçük ve kassızdı - bir öğrenci, belki. Bilekleri bir çocuğun
bilekleriydi..
*
Savaşın savaşan öznelerde yarattığı tahribatın ‘Taşıdıkları
Şeyler’deki kadar yetkin biçimde anlatıldığı çok az kitap mevcut. Üstüne üstlük
genel geçer, alışıldık savaş anılarına özgü anlatım yapısını bizzat kendi
yazarının söküme tabi tuttuğu, gerçeklerin ve kurgunun, yaşamanın ve yazmanın
da anlatıya dâhil edildiği çağdaş edebiyatın ihmale gelmez eserlerinden biri
‘Taşıdıkları Şeyler’.
Vietnam Savaşı’nın Amerikan halkının kolektif bilinçaltında
açtığı yaralar malum. İkinci Dünya Savaşı’ndan farklı olarak, Vietnam’daki
savaş, sıradan Amerikalılar nezdinde mitlerden, kahramanlık sosuyla süslenmiş
ajitasyonlardan bağımsız olarak algı dünyasında yer bulur. Vietnam, Batı’nın
sıradan insanları için tüm dehşetiyle savaşın neye tekabül ettiğini anlaşılır
kılan bir semboldür. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki, dünya demokrasi
cephesinin liderliği efsanesi, Vietnam’daki savaşla ağır yaralar almış, söz
konusu savaşın kamuoyu tarafından zaman geçtikçe artan oranda haksız
addedilmesi ve akabinde Vietnam’dan dönen evlatlarının yaşadıklarına dair
aktarımları, Vietnam Savaşı’nı yakın geçmişin en lanetli savaşlarının birincil
örneği kılmıştır. Tüm dünyada olduğu gibi, savaşın bir tarafı konumunda olan
ABD’de de Vietnam, şu veya bu şekilde, savaşın yarattığı korkunç sonuçların
teritoryal laboratuvarı olarak simgesel bir anlam kazanmıştır. Kısacası,
politik angajmanlardan bağımsız olarak ABD yurttaşlarının çoğunun yakın tarihe
dair hislerinin ortak paydasında, kuşaklar boyu aktarılarak genetik kodlarda
yer edinmiş travmalarından biri durumundadır Vietnam Savaşı.
Popüler kültür alanında da Vietnam Savaşı, siyasal/kültürel etkisine paralel olarak çeşit çeşit ürünlerin teması olagelmiştir ABD’de. Sinema ve müzik bu mevzuyu işleyen yüzlerce örnekle açık ara önde olsa da, Vietnam’ı asal konusu olarak seçen romanların ve otobiyografik derlemelerin de hatırı sayılır bir ağırlığı var. İşte, yayımlandığı tarihte Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilmiş, Chicago Tribune Heartland Ödülü’ne layık görülmüş, ABD’de yayımlanan çeşitli yayın organlarından aldığı övgülere ek olarak Fransa’da En İyi Yabancı Kitap olarak takdir görmüş olan “Taşıdıkları Şeyler” de söz konusu literatürün en önemli kitaplarından biri. Hatta “Taşıdıkları Şeyler”in Vietnam’ın, Vietnam’daki savaşın ileri cephelerinde görev alan sıradan insanların hislerinin, öylesine çıldırtıcı bir atmosferin içinde süren gündelik yaşamlarının - politik tarafgirlikten uzak durmasına rağmen- en gerçekçi resmini nakleden eser konumunda olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz.
Popüler kültür alanında da Vietnam Savaşı, siyasal/kültürel etkisine paralel olarak çeşit çeşit ürünlerin teması olagelmiştir ABD’de. Sinema ve müzik bu mevzuyu işleyen yüzlerce örnekle açık ara önde olsa da, Vietnam’ı asal konusu olarak seçen romanların ve otobiyografik derlemelerin de hatırı sayılır bir ağırlığı var. İşte, yayımlandığı tarihte Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilmiş, Chicago Tribune Heartland Ödülü’ne layık görülmüş, ABD’de yayımlanan çeşitli yayın organlarından aldığı övgülere ek olarak Fransa’da En İyi Yabancı Kitap olarak takdir görmüş olan “Taşıdıkları Şeyler” de söz konusu literatürün en önemli kitaplarından biri. Hatta “Taşıdıkları Şeyler”in Vietnam’ın, Vietnam’daki savaşın ileri cephelerinde görev alan sıradan insanların hislerinin, öylesine çıldırtıcı bir atmosferin içinde süren gündelik yaşamlarının - politik tarafgirlikten uzak durmasına rağmen- en gerçekçi resmini nakleden eser konumunda olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz.
Her satırına, cümlesine Vietnam’da savaşan genç
Amerikan askerlerinin ruh hâlinin sindiği “Taşıdıkları Şeyler”de, Boston Globe
gazetesinde kitabın tanıtım metninde yazıldığı gibi, “Helikopter seslerini
duymamak” elde değil. “Taşıdıkları Şeyler”, kendisi bizzat Vietnam Savaşı’nın
en sıcak bölgelerinde çarpışmış bir Amerikan askeri olan Tim O’Brien’in o
günlere dair biriktirdiği gözlemleri, anıları, anekdotları ve hikâyelerinden
oluşuyor. Tim O’Brien, inanılmaz bir yaratıcılık ve canlılıkla kendi
tecrübeleri düzleminde Vietnam’ı, ağırlığının olanca eziciliğiyle savaşı gözler
önüne seriyor “Taşıdıkları Şeyler”de. Kitabın her satırına sinen savaş kokusu,
savaş alanı denen cehennemin insanı insan olmaktan çıkaran reel tasviri
vasıtasıyla, savaşların kavramsal açıdan bireysel planda mahkûm edilmesi
doğrultusunda, politik sloganlardan kat be kat daha işlevli oluyor aynı
zamanda.
“Taşıdıkları Şeyler”i özet olarak tanımlamak gerekirse, Tim
O’Brien’in Vietnam’daki yarı gerçek, yarı kurgu anılarının sarsıcı bir toplamı
olduğunu söyleyebiliriz. Kitap adını, cephedeki Amerikan askerlerinin sırt
çantalarında taşıdıkları çeşit çeşit mühimmat ve kişisel eşyanın dökümünden
alıyor. Farklı farklı toplumsal gruplara mensup olan bu askerler, tıpkı
kendilerince önem verdikleri eşyaları sırt çantalarında taşıdıkları gibi,
savaşın sıcak ve yakıcı gerçeği karşısında da birbirinin zıddı ruh hâllerine
kapılıp, değişik karakter özelliklerine bürünebiliyorlar. Kimi uyuşturuculara
sığınıp vurdumduymazlığı vahşetten korunmanın yegâne yolu olarak seçerken, kimi
kendi kişiliğini, özgürlüğünü, varoluşunun gizemini Vietnam cangıllarında
keşfedebiliyor. “Taşıdıkları Şeyler”de, bir yandan savaşın insanın ruhunda
açtığı onulmaz yaraları olağanüstü sadelikte anlatırken, bir yandan da insan
bireyinin kendi bedensel bütünlüğünün tehdit altında olduğu koşullarda ortama
ruhsal/fiziksel uyum sağlama yeteneğini, idare etme potansiyelini de aynı
yetkinlikte hissettirmeyi başarıyor O’Brien.
Kendi keskin gözlemleri ve yorumlarıyla ete kemiğe
büründürdüğü karakterler aracılığıyla ait olduğu kuşağın hakiki, elle
tutulabilecek denli gerçekçi bir portesini çizen O’Brien, anlattığı hikâyelerin
tümünün had safhada kurgusallık barındırdığını üstüne basa basa belirtecek
kadar da dürüst. Kitapta, herhangi bir savaşı gerçeklere sadık kalarak
anlatmanın, yazmanın imkânsızlığından bahsettiği bölümlerde söz konusu
dürüstlük inanılmaz bir edebi güce kavuşuyor: ”Gerçek bir savaş hikâyesini
anlatmanın yolu, onu tekrar tekrar anlatmaktır. Ve sonunda, tabii ki, savaş
hikâyesi asla savaşa dair olmaz...”, “Gerçek bir savaş hikâyesi asla ahlaki
değildir. Öğüt vermez, erdemli olmaya teşvik etmez, doğru insani davranış
modelleri önermez...”, “Bir savaş hikâyesinin sonunda kendinizi yükselmiş
hissediyor ya da bu büyük israftan küçük bir doğruluk yakalanabildiğini
düşünüyorsanız, çok eski ve korkunç bir yalana kandınız demektir.”
O’Brien’in birer birer hikâyesini aktardığı tüm
karakterler, isimleri ve kişisel ayrıntılarından sıyrılıp savaşın göbeğine
salınmış genç erkeklerin tek bir bedendeki çoklu kimlikleri olarak da
okunabilir. Korkuları, bunalımları, varlıklarını koruma içgüdüleri, zorluklarla
baş etme ve yaşamla bağlarını sürdürme inatçılıklarıyla kitapta adı geçen tüm
askerler esasında bir kuşağın toplu fotoğrafının parçaları. Hem tekil bireyin içinde
gelişen gelgitleri hem de bunun kolektif izdüşümlerini tüm çeşitliliği ve
çelişkileriyle ustaca naklederken O’Brien’in okuyucularına duyumsattığı temel
gerçek bu sanki.
Savaşın savaşan öznelerde yarattığı tahribatın “Taşıdıkları
Şeyler”deki kadar yetkin biçimde anlatıldığı çok az kitap mevcut. Üstüne üstlük
genel geçer, alışıldık savaş anılarına özgü anlatım yapısını bizzat kendi
yazarının söküme tabi tuttuğu, gerçeklerin ve kurgunun, yaşamanın ve yazmanın
da anlatıya dâhil edildiği çağdaş edebiyatın ihmale gelmez eserlerinden biri
“Taşıdıkları Şeyler”. Dolayısıyla, bu sarcısı klasikle hemhâl olmak,
soluklarını hissettiğimiz, ayak seslerini işittiğimiz karakterlerin dünyasına
nefes nefese dalmak için hiç vakit kaybetmemek gerek.
Kitap: Taşıdıkları Şeyler
Yazar: Tim O’Brien
Yayınevi: Siren Yayınları
Yazar: Tim O’Brien
Yayınevi: Siren Yayınları
*
“Savaşta olumlu hiçbir şey yoktu, ne düş, ne görkem, ne
onur; onursuzluğun yüz kızarıklığı olmasın yeter ki. Utançtan ölmemek için
ölürlerdi. Sürünerek tünellere girerler, ateş altında ilerlemeye devam
ederlerdi. Her sabah, bütün belirsizliğe rağmen, bacaklarını harekete
zorlarlardı. Dayanırlardı. Sırtlamayı sürdürürlerdi.
O kadar kolaydı, gerçekten. Kendini yere bırak, kaslarının
gevşemesine izin ver, konuşma ve kankaların seni, yerden kalkıp havalandıktan
sonra burnunu indirip ileri atılarak uzağa, dünyaya götürecek helikoptere
yükleyinceye kadar hiç kımıldama. Kendini yere atmaya bakardı, ama kimse yere
atmazdı kendini. Cesaret değildi tam olarak; amaç kahramanlık değildi.
*
Savaş artığı hikayeler
İRFAN KÜLYUTMAZ
Amerikalı yazar Tim O'Brien'ın şimdiden bir klasik olmaya
aday Taşıdıkları Şeyler adlı romanı, klişelere saplanmadan, taraf tutmadan,
yalnızca hafızanın imkânlarına sığınarak bir savaş hikayesi anlatıyor.
TAŞIDIKLARI ŞEYLER, TIM O'BRIEN, ÇEVİRMEN: AVİ PARDO, SİREN
YAYINLARI, 219 SAYFA
Amerikalı yazar Tim O'Brien 1968 yılında katıldığı Vietnam
Savaşı'ndan, pek çok arkadaşının aksine, görevini tamamlayarak döndükten sonra
Washington Post gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Yazarlarla ilgili
klişe haline gelmiş bir varsayımı (“her yazar döne dolaşa aynı şeyi yazar”)
haklı çıkarırcasına bütün yazarlık yaşantısını Vietnam Savaşı'yla ilgili
yazdığı romanlar biçimlendirdi. Daha önce Türkçeye çevrilen Paris Yolunda adlı
romanında bir askerin yolculuğunu anlatan O'Brien, bu kez yüzyılın en önemli
kitaplarından biri olarak gösterilen ve yayımlandığında pek çok ödül alan
Taşıdıkları Şeyler adlı romanıyla savaş temalı anlatılarına bir yenisini
ekliyor.
Klasik olmaya aday
Daha şimdiden çağdaş bir klasik olmaya aday Taşıdıkları
Şeyler, klişelere saplanmadan, savaşın neden ve sonuçları üzerine herhangi bir
önermede bulunmadan, taraf tutmadan, sadece ve sadece savaşın kendine has
gerçekliğine hep mesafeli durup, gerçek ile kurgu arasındaki o karanlık yolda
yalnızca hafızanın imkânlarına sığınarak bir savaş hikayesi anlatıyor.
Benzersiz bir girişle açılan roman, bir grup askerin üzerlerinde taşıdıkları
mühimmat ve kişisel eşyalardan yola çıkarak, nedenlerini bilmedikleri bir
savaşa gönderilen askerlerin bu eşyalarla kurdukları ilişki üzerinden
etkileyici bir anlatıya dönüşüyor. Pek çoğu okurun hafızasına kazınacak olan bu
karakterlerden bazısı silahını, bazısı sevgilisine ait bir resmi, bazısı
ilaçlarını, bazısı en sevdiği yiyeceği, bazısı batıl inançlarını taşısa da, hepsinin
aynı anda sırtladığı esas şey şüphesiz korkudur. Taşıdıkları Şeyler, askerlerin
gerek savaş sırasındaki, gerekse terhislerinden sonraki hikayelerine parça
parça eğilerek bir savaşın atmosferini bugüne kadar rastlamadığımız bir
yetkinlikle gözler önüne seriyor.
Tim O'Brien'ı başarılı kılan önemli bir
husus daha var bana kalırsa. Bir yazarın kendi malzemesiyle kurduğu ilişkinin
nasıl olması gerektiğini roman boyunca yetkin bir şekilde gösterdiği için de bu
yazara dikkat çekilmeli. Bizzat katıldığı, tanık olduğu, izlerini gerek kendi
gerekse arkadaşları üzerinde yakından gördüğü bir savaşı bir yandan bütün gerçekliğiyle
anlatmaya koyulurken, diğer yandan kurgu ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi de
tartışmaya açıyor O'Brien. Roman boyunca sıkça dile getirdiği gibi,
gerçek bir savaş hikayesi anlatmanın imkânsız olduğuna dikkat çekerek romanını
kurgu ve gerçeklik arasındaki bulanık çizgide somutlaştırmayı seçen yazar,
savaşın bireyler üzerinde bıraktığı hasarı bu yolla anlatmayı tercih ediyor.
“Çünkü,” diyor O'Brien, “gerçek bir savaş hikayesi anlatmanın yolu onu tekrar
tekrar anlatmaktır.”
Pek çoğu biraz da asker yaşantısıyla
örtüşen argo ifadelerle desteklenen, bir dünyanın dilini gayet etkileyici bir
şekilde kullanan Taşıdıkları Şeyler, giderek bir savaş hikayesi olmaktan çıkıp,
okurunu kendinden önceki savaş romanlarının yapısını üzerine düşünmeye de davet
ediyor. Tim O'Brien'ın, romanın akışını bozmadan yaptığı müdahaleler zaman
zaman okuru romanda anlatılanlara da kuşkuyla bakmaya yöneltiyor. Örneğin,
romanın en etkileyici bölümlerinden birinde, anlatıyı keserek şu ifadeleri
kullanıyor yazar: “Gerçek savaş hikayeleri genelleme yapmazlar. Soyutlamalara
ya da çözümlemelere izin vermezler. Örneğin: Savaş cehennemdir. Bildik bir
ahlaki ifade olarak bu tamamen doğru gibidir, fakat soyutlandığı için,
genellendiği için, buna içtenlikle inanamam. İçime işlemez. Midede biter her
şey. Gerçek bir savaş hikayesi, doğru bir biçimde anlatılırsa eğer, mideyi ikna
eder.”
Gerçek bir savaşın hikayesi…
Tim O'Brien, okurunu tam da kendi hikayesine ikna ettiği
anda, görünürde bir savaş hikayesini konu alan roman, savaşın yol açtığı
tahribattan çok yaşamın önemi üzerine etkileyici bir sona doğru yol alıyor:
“Gerçek bir savaş hikayesi asla savaşa dair olmaz,” diyor O'Brien, “Güneş
ışığına dairdir. Nehri geçmek, dağlara yürümek ve korktuğun şeyler yapmak
zorunda olduğunu bildiğin zaman şafağın nehrin üzerine yayılış biçimine
dairdir. Sevgiye ve belleğe dairdir. Hüzne dairdir. Cevap yazmayan kız
kardeşlere ve hiçbir zaman dinlemeyen insanlara dairdir gerçek bir savaş
hikayesi.”
Özellikle daha önce yaptığı Bukowski ve
John Fante çevirileriyle pek çok metni adeta yeniden yazan Avi Pardo'nun
çevirisiyle yayımlanan Taşıdıkları Şeyler, bu yıl Türkçeye çevrilen en önemli
romanlardan biri.
“Muhtelif hayaletler taşırlardı hepsi”.
En iyi edebiyat eserleri büyük savaşlardan sonra çıkar;
çünkü ataları İlyada’dır.
İster bir öykü ister roman ya da anı kitabı olarak okuyun sonuçta insanı gırtlağından yakalayan bir kitap Taşıdıkları Şeyler. Bir avuç askerin Vietnam’da yaşadıklarını damıtılmış bir dille yazılmış olağanüstü öykülerde gösteriyor bize O’Brien.
İster bir öykü ister roman ya da anı kitabı olarak okuyun sonuçta insanı gırtlağından yakalayan bir kitap Taşıdıkları Şeyler. Bir avuç askerin Vietnam’da yaşadıklarını damıtılmış bir dille yazılmış olağanüstü öykülerde gösteriyor bize O’Brien.
Bazı bölümler gerçekten de çok dokunaklı ve hırpalayıcı. İlk
bölüm aynı zamanda kitabın adını aldığı bölüm. Gerçek Bir Savaş Hikayesi Nasıl
Anlatılır? Adlı bölüm hem bize edebi sırlar veriyor hem de müthiş savaş
tanımlamaları yapıyor.
Her iyi savaş kitabı gibi bu da savaştan değil insanlardan
bahsediyor. Yaşam ile ölüm arasında gidip gelen o insanlardan. Sanki bir anı
kitabı gibi görünsede gerçekte bir edebi çalışmadır Taşıdıkları Şeyler. Belki
de uyduruyordu yazarken bu öyküleri; ama o yaşanmış gerçeklere de ancak işte
böyle uydurulmuş öykülerle yaklaştırabilirdi O’Brien.
Kitabın çevirmeni de çok isabetli bir seçim: Avi Pardo
Not:Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap′tan Biri
denilmiş arka kapakta. Ben böyle kitaplara Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1
Kitap′tan Biri diyorum.