"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

23 Aralık 2013 Pazartesi

SONSUZLUĞA NOKTA-HASAN ALİ TOPTAŞ

İnsana kendi yaşamı bile büyük geliyor kimi zaman; ne yapsa, kimi sevse, kimlerce sevilse, hangi işlerle uğraşsa ve nerelerde gezip dolaşsa, bir türlü dolduramıyor. Her şeye karşın, ele geçirilemeyen derin boşluklar kalıyor önümüzde arkamızda.

Belki insanlar koskoca yaşamları boyunca yalnızca bir süre için farklı olmaya katlanabiliyor, sonra da yavaş yavaş öteki insanların davranışlarına, düşüncelerine ve duygularına bürünerek, durup dinlenmeden kendini tekrarlayan uçsuz bucaksız bir benzerlikler denizinde kaybolup gidiyorlardı. Yaşamları herkesinkine benzediği ya da farklı görünmesine karşın aynı özü taşıdığı için, herkes gibi ölüyorlardı daha sonra da; herkes gibi, bayatlamış birkaç anı kırıntısının uzaklığını koklaya koklaya, geleneksel ziyaretlerle kirletilmiş ya da geleneksel yalnızlıklarla gölgelenmiş buz gibi bir yatakta, farklı yaşadıkları yılların tadını tenlerinde, belleklerinde ve ağızlarından dökülen mecalsiz ah'ların karanlığında arayarak, yavaşça, alışılmış bir ölümle ölüyorlardı.

İnsanlar isterlerse her şeyi, ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi. En çok da sevgiyi elbette, alışılan yaşam biçimlerini, alışılacakları..

Yolcuların birçoğu yüzünü dışarıya dönmüştü. Bunun bir nedeni, herhangi bir şeyin içinde bulunmanın verdiği güdüyse, bir nedeni de, telgraf direklerinin camdan geçişine bakarak otobüsün hızını saptamaktı belki. Meraktı yani; boş kalmanın boşluğundan doğan ve kapısı sessiz sedasız kendine açılan, kupkuru bir meraktı. Belki de, geçmişle geleceğin hesaplarına dalmıştı yolcular; yaşamlarını, yaşamdan yontulmuş ve yaşamın bilinmezliğine sürtüle sürtüle bilenmiş düşsel makaslarla kesip biçerek, zihinlerinde yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlardı. Ya da düşünme konumuna girmişlerdi de, hiçbir şey düşünmeden ve gözlerinin önüne hiçbir şey getiremeden öylece bozkıra bakıyorlardı bozkır gibi..

Yaptığınız her davranışı o andaki acılarınızla açıklıyor insanlar; ağlasanız da neden ağladığınızı sormuyorlar, bildiklerini sanıyorlar ve bu yüzden, size acıyanların gözlerine baka baka, geçmişteki kimi olaylara da doyasıya ağlayabiliyorsunuz.

Yaşam irili ufaklı mucizelerle doludur. Bakarsın, birgün ayağa kalkmayı başarırsın. Bu, yaşamdan ne beklediğine bağlı.

Hıncahınç bir kalabalıkta, insanın en büyük sorunu kaçmaktır bence. Ama insanların çoğu bilmez bunu; hatta düşünmezler ve en büyük sorunlarından habersiz yaşarlar. Belki de, büyük sorunları büyük yapan, onların fark edilmeyişleridir.

Artık taşlar bile uyumuştu dışarıda.. Kuşlar uyumuştu. İnsanlar sonra, evler, ağaçlar ve teller uyumuştu.. Uyumayan yalnızca bendim, bende huzursuz olandı ya da, bende bekleyip bende özleyendi..

Oradan ne zaman çıktığımı anımsamıyorum şimdi. Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başlamıştım. İçimde, kocaman bir boşluk.. Yüzyıllardır kayıptım sanki, döne dolaşa her sokakta, her köşede, her kıpırtıda ve her seste kendimi arıyordum, kendimi onların gürültüsüne, rengine ve şekline bulaştırarak. Yürümek gibi en sıradan kıpırtının bile derinliklerine gömülüyordum yürüyen kendimin ayak seslerini duyabilir miyim diye, kaldırım taşlarına bakıyordum kaldırım taşlarına bakan kendimle göz göze gelebilmek için. Ama, bütün çabalarım boşa gidiyordu. Bu arada, kendimi kendimde bulamayışımın hüznü de giderek büyüyordu içimde, peşpeşe devirdiğim biraların sarhoşluğuysa, yürüyüşümü peltek ve boğuk bir konuşmaya dönüştürüyordu.

İnsanlar çirkinliğin en güzel gülü..

Ten ne denli sarhoş olursa olsun kimse kimsenin olamıyor ya da kimse kimseye kendini kendinden kurtarıp veremiyor.

Beni yeniden arınmaların gelir geçer mutluluğuna kilitleyen yaşamın içine öfkeyle tükürmek isterdim. Kocaman bir kentin kocaman bir alanına sözgelimi; öğle sıcağında.. Herkes fark edilemeyecek kadar büyük bir çemberin çevresinde yorgun atlar gibi dönüp dururken.. Havada duygulardan, heveslerden, tutkulardan, alışkanlıklardan ve coşkulardan örülmüş renk renk kamçı sesleri.. Ama insanlar kamçılardan habersizler; hatta kamçıları kendilerinin savurduklarından da..

Belki de düşler, zaman zaman beynimize sızan gözükmez birer varlıktılar; ansızın ürkebilir, başkalarına bulaşabilir ve bir süre sonra, güçlerini yitirdiklerinde, tıpkı insanlar gibi kıvrana kıvrana ölebilirlerdi.

İnsanlarımızın tanımlama yeteneğine şaşıyorum. Adamlar ellerini kaldırıp rastgele sallıyorlar. Bir de işaret ettikleri yere bakıyorsun ki, dünyanın yarısı orada!

Hiç ama hiç yapmam dediklerimizi bize yaptıran bir şey var.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9