"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

25 Mart 2012 Pazar

MORAVAGINE-BLAISE CENDRARS

Blaise Cendrars, gerek yaşamı, gerek yapıtlarıyla 20. yüzyıl edebiyatının kült şair ve yazarlarının başında gelir. 1926'da yayınlanan Moravagine ise, karşı-edebiyatın en çarpıcı örnekleri arasında yer alan bir 'yeraltı klasiği'dir.


Son Macar kralının soyundan geldiğini söyleyen bir deli ile genç bir psikiyatrın Rusya'dan Amazon ormanlarına uzanan cehennemî serüvenlerini izleriz bu romanda. Çılgın Moravagine'in korkunç eylemleri, dünyanın hızla değiştiği yüzyıl başlarında yaşamdaki şiddet, anlamsızlık ve kargaşanın usdışı bir yansıması gibidir.



Henry Miller'ın 'modern edebiyatın dehası' diye nitelediği Cendrars'ın bu olağandışı romanı, yazılışından 80 yıl sonra bile sarsıcılığını koruyor, okuyucuyu allak bullak ediyor.







Cendrars bu, sarsar!

Blaise Cendrars'ın Rusya'daki devrim sırasında yaşanan değişimleri konu alan romanı 'Moravagine', gerçeküstü akımı tanımanın en kolay yolu
19/08/2005

SENNUR SEZER

MORAVAGINE
Blaise Cendrars, Çeviren: Işık Ergüden, Can Yayınları, 279 sayfa, 16 YTL.

Kimdir Moravagine? Kendisinin bir akıl hastanesinde, Waldensee Sanatoryumu'nda, doktoruna anlattıklarının bir bölümü şöyle özetlenebilir: "Kudretli G...y ailesinin sonuncu evladı, gerçekten de son Macar kralının soyundan gelen son kişiyim. Babam 16 Ağustos 1866'da banyosunda öldürülmüş. Annem, erken doğum yaparken çırpına çırpına ölmüş, bense şatonun saati tam öğleyi vururken, üç ay erken dünyaya gelmişim. Yaşamımın ilk yüz gününü aşırı ısıtılmış bir kuvözde geçirmiş, sonraları kadından da duygusallıktan da dehşete kapılmama yol açan olağanüstü bir özen ve ihtimamla kuşatılmıştım. Daha sonra, Ferejvar Şatosu'nda, Pressbourg Hapisanesi'nde, burada Waldensee'deki hücremde, beni gebertmeyi başaramadan aynı ihtimamı gösterenler, bu kez hizmetkârlar ve askerler, acımasız gardiyanlar, hastabakıcılar ve ücret karşılığı tutulmuş kişiler oldu. İmparator adına, Adalet ve Toplum adına yapıldı tüm bunlar."
Blaise Cendrars'ın 1926 yılında yazdığı romanı Moravagine, Can Yayınları'dan Işık Ergüden'in Türkçesiyle yayımlandı. Benim için Cendrars öncelikle bir şairdir ve bir baş dönmesini hatırlatır bana. 1964 yılında Sait Maden'in Türkçesi ile tanıdım onun şiirlerini (Seçmeler, Blaise Cendrars, De Yayınları).
'Dünyanın Sonu' filmiydi beni çarpan. Bir kameradan izler gibiydim Notre Dame'ın çatısında 'sur'u üfleyen meleği. Ve bir burgaç gibi dönerek yok olan evreni... Daha sonra savaş yıllarını anlatan bir şiir. Santrfüjde dönerek yumurta kabuğunu oluşturan talaş tozları ve yapay yumurta sarısını oluşturacak makine yağı hâlâ rüyalarıma giriyor.
Cendrars, şiiri "devinimin cesur, atak ve yepyeni yöntemlerle sözlere dökülmesi ve birçok izlenimin aynı anda imge, duygu, çağrışım ve şaşırtıcı teknikleri içeren karmaşık bir doku içinde, düzensiz ve aksak bir ritimle iletilmesi" olarak tanımlamış. Bunun Türkçeye yansımasını Sait Maden'e borçluyuz.
Moravagine'i, Cendrars'ın şiirlerini okurken duyduğum baş dönmesi ve tıkanma duyusuyla okudum. Hızı ve inanılmazlığı her bölümde biraz daha artan serüvenler dizisiydi. Bir akıl sağlığı hastanesinden Amazon kıyılarına vuran gerçekdışılık dalgası diyebilir miyim? Ya da Rusya'daki devrimci dalganın masallarla, panayır aynalarıyla değişimi... Belki. Düşünmenin daha sonra geleceği bir büyülenmeyle, yırtıcı, alaycı anlatımıyla altüst olarak okuyorum her defasında Blaise Cendrars'ı. Gözlerimizi kapamak isteyip kapayamadığımız kanlı görüntülere, bir çiçek dürbününde rastlantıyla oluşan şehirlerin sınırları karışıyor:
"Moskova, Napolili bir azize kadar güzel. Maviye çalan bir gökyüzü, dikilen, gerinen, şahlanan ya da ağır ağır düşerek genleşen, kaynayan, ışıkla kaplanan rengârenk sarkıtlar gibi şişkinleşen binlerce kuleyi, çanı , pencereli çan kulelerini yansıtıyor, nişan alıyor, mimliyor. Yuvarlak, kabarık taşlarla döşeli sokaklar, gece gündüz sel gibi akın eden yüz binlerce faytonun gürültü patırtısıyla dolu. (...) Her şey horulduyor, her şey bağırıyor. (...) İki gün sonra kar yağıyor. Her şey siliniyor, her şey sönüyor. Her şey donuklaşıyor. Kızaklar gürültüsüzce geçiyor. Kar yağıyor. Tüy gibi yağıyor kar, çatılar dumanlı. Evler kapanıyor. Kuleler, kiliseler siliniyor. Çan sesleri boğuk boğuk, toprağın altından geliyor."
Bir maceracı
Blaise Cendrars'ın asıl adı Frédéric Louis Sauser'dir. 1 Eylül 1887'de La Chaux-de Fonds'da (İsviçre'de) doğdu, Annesi İskoçyalı, babası İsviçreli'dir. Babasının işleri yüzünden çocukluğu Mısır, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya'yı dolaşarak geçti. On beş yaşında ailesinin yaşadığı Neuchâtel'den ayrılarak, mücevher alım satımı işiyle tüm dünyayı dolaştı: Çin, Moğolistan, Sibirya, İran, Kafkasya ve Rusya. Serüvenci bir yaşam sürdü. 1910'da Paris'te şair Guillaume Apollinaire ile tanıştı. Apollinaire'in ve yolculuklarının etkisiyle temelinde görsel izlenimler, özlem ve hayal kırıklıklarının yansıdığı, dünyanın görüntülerinin birbirine sonsuzca karıştığı bir üslupla yazmaya başladı. 1913'te, yolculuklarını anlattığı Prose du Transsiberien et de la petite Jeanne de France'ı yayımladı. Cendrars bu şiirinde boşluktaki insanın dramını destanlaştırır.
Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'da Yabancılar Lejyonu'na girdi, bir yıl cephede savaştı ve sağ kolunu yitirdi. Bu savaştaki izlenimlerini 'La main coupée' ve 'J'ai tué' de anlattı. Savaştan sonra İtalya, Fransa ve Amerika'da senaryo yazarlığı ve yönetmenlik yaptı. 1925 yılından başlayarak şiir yerine kısa hikâyeler yazmaya ağırlık verdi. Cendrars, modern edebiyatın destancılarındandır. Henry Miller onu 'modern edebiyatın dehası' olarak nitelemiştir. 1961'de Paris Kenti Büyük Edebiyat Ödülü'nü kazanan Cendrars 21 Ocak 1961'de Paris'te öldü.
Uçup giden gerçeklik
Blaise Cendrars'ı Birinci Dünya Savaşı'nın sarsıntıların sanatta da yol açtığı yeni yönelimlerin temsilcilerinden biri olarak yorumlamak doğru olur. Gerçekliği yitmiş, değer dizgesi altüst olmuş bir dünyada varoluşun yeniden yorumlanmasını önemli bulan, ancak eski değer ve estetik anlayışının yıkılanların altında kaldığına inananlardan biridir o. Savaşla doğan trajik ögeye duyduğu ilgiyi toplumsal olandan esirgemeyen, geçmişle bağlarını koparırken, sözdizimi kurallarını şiirden uzaklaştırır, sözcükleri keyiflerine göre istiflerken, doğa imgesinin eski şiirdeki yerini makine imgesine verdi. Onu okuyanlar insan-nesne ilişkisini irdelerken savaşın ve savaşı yönlendiren tekniğin de korkusunu duydular. Yaşadığı yüzyıl ile tekniği korku verici bir bakıma yırtıcı bir havada birleştiren Cendrars, gerçeküstücülerin gerçeği daha iyi biçimde yansıtma tezlerini doğrulamaktadır.
Gerçeküstücülüğün belkemiği olan düş Cendrars'ta sınırları belirsiz bir durum kazanır.
Cendrars'ın Moravagine'si okumak yalnızca bu yazarı değil, gerçeküstücülüğü de tanımanın en iyi yolu.
Kitapta Cendrars'ın bu kitapla ilgili metni de (Pro Doma/Moravagine'i Nasıl Yazdım) hem genel yaratıcılık hem bu modern destancının yöntemleriyle ilgili önemli ipuçları taşıyor. Kitabın 20 Eylül 1951 tarihli Sonsöz'ündeyse çağdaş bir gezginin evine dönüşü yer alıyor: "Benim tarladaki küçük evim talan edilmişti. Evde bulunan yirmi beş bin cilt kitaptan epi topu iki ya da üç bin cildi bulabilmiştim, hem de ne hâlde, Tanrım, pislenmiş, yırtılmış, takımı bozulmuş. (...) bulunmuş bu sayfaların her biri, tüm bunları postallarıyla çiğnemiş olan Alman polisinin çivili tabanlarının izini taşıyor. Hepsini hatta annemden bana kalmış yegâne fotoğrafı bile çiğnemişler, bahçede buldum onu, çamur içinde."

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9