"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

30 Nisan 2012 Pazartesi

VASİYET-FALİH RIFKI ATAY

İlk yazım 1910’da çıktı. 1914’e kadar Serveti Fünun kalıplarında taklit nesir döktüm. Top oynar gibi, kelime oynadım. Bir sevdiğim öldüğü zaman, nasıl yazacağımı düşünürdüm.

Bütün hırsım, ismimi gazete sayfalarına geçirebilmekten ibaretti.

Kitabıma bu çıkartmalardan hiçbirini almadım.

Kafam 1914’te uyandı. Bir iki sene yazımı fikirleştirmeye uğraştım. Ancak 1918’e doğru kendimi bulabildim.

O zaman da bozgun ve inkıraz geldi, çattı.

İmparatorluk bir kerpiç, bir çardak, bir çadır gibi çöktü. İhtiraslı, fakat şaşakalmış, vurulmuş bir genç böyle bir kaos içinde acı ve usançtan başka ne ses çıkarabilir?

Kitabın başında bu yazıları bulacaksınız.

Mütarekenin ilk yılında, ben de, sihirden, tılsımdan başka bir şey beklemiyordum. Akşam’daki ilk yazılarım, Babıali Caddesi’nin ahlak ve ruh çirkefi içinde birtakım sızlanışlardır.
Kitabın ortalarına doğru bunları okuyacaksınız.

Anadolu’dan Mustafa Kemal’in sesi geldiği zaman, o zaman, kalbim doğrulup kalktı. Kuru dala yeniden özsu yürüdü; tomurcuk kurusu üzerinde kırmızı gül açtı.

Akşam’ın üçüncü sayfasının boş sütununu siper gibi kazıp içine yerleştim. Hayınlık, tehlike, ıstırap, korku, orada göğüs göğse bir kavganın tüm acılarını tattım; yalnız bir acı nedir bilmem: Ümitsizlik duymadım.

Günün fıkraları onlardır.

Sonra ne geliyor? Zafer ve sevinç…. 1917’de ihiyardım; 1922’de ilk gençliğime kavuştum.
Ve genç ölmeye, yirmi beş yaşımı ölüm dakikasına kadar dinç, gürbüz ve temiz götürmeye yemin ettim.

Kitabın son yazılarında işte bu ant vardır.

Zaferleri, sırmaları, ve taçları kızıl çamuru içine katıp sürüyen büyük bozgunu görmüş olanlardanım. Ben inkıraz gördüm. Genç dostlarım, inkıraz denen şeyi tarihte masal gibi okumak bile insana yılgınlık verir. İnsan, inkırazı can düşmanı üstüne yormaktan korkar.
Düşman, sancak direğinden bir milletin bayrağını indirdiği zman, düşman kumandanı bu bayrağı çiğneyip beyaz ata bindiği zaman, düşman, gözyaşlarına tükürdüğü zaman, genç dostlarım, ben o zamanın ne demek olduğunu bilenlerdenim.

İnkıraz, kurtuluş… Bu kelimeleri şimdi ne kolay söylüyorsunuz. Bir milletin bayrağı, o milletin başı gibi düşer.

İstanbul sokaklarında yedi düşman marşının birbirine karışmış olduğunu duymuş olanlardanım.

Beyaz barbar, kaç sene papuçlarını Ay Yıldız paçavrasına sildi.

Saray Burnu’nda, İstanbul güneşi batarken, zenci davulu Marseyyez vurdu.
Galata Şangay çarşısına, Divanyolu Fas pazarına, İstanbul sokaklarında Mısırlı İngilize, Cezayirli Fransıza döndü.

Karargah kapılarında Prensler Raçalık, büyük fikir adamları tabaalık dilenir oldular.
Ben en büyük vatandaş kahramanlığının gözyaşlarını kurutmadan evden çıkmak olduğunu görmüş olanlardanım.

Bu yazıları size o günleri hatırlatmak için topladım. O günleri hatırlamanızdan ne çıkar?
Bu yazıları size iki kelimeyi unutturmamak için topladım: İnkıraz ve Sakarya!

Yüz senelik sevinç inkıraz acısının bir dakikasına değmez; bir asırlık acı bir dakikalık Sakarya sevincine değer.

İnsan birini görmemek için, elinden gelse, anasının barsaklarını parçalar ve doğmaz. İnsana, yalnız ötekinin tadını alacak kadar yaşamak yeter.
Dünyanın en kara bahtlı insanı ne demek olduğunu biz biliriz. Size dünyanın en bahtlı insanı ne demek olduğunu sorarlarsa, göğsünü kabartarak, kendinizi gösteriniz

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9