Viyana'dan doğuya, İstanbul'a uzanan bir yolculuk...
Sanayileşmemiş toplumlarla ve hayat tarzlarıyla tanışma... Osmanlı ve antik
Yunan mimarlık mirasıyla karşılaşmalar...
20. yüzyıl mimarlığına ve sanatına Le Corbusier adıyla
damgasını vuracak olan İsviçreli bu genç mimar, bu benzersiz tecrübesini
defterler dolusu yazıya ve çizgiye döker.
Geziye Avrupa modernleşmesi üzerine hınzırca eleştirilerle
başlayan Le Corbusier, modernliğin eşiğindeki Osmanlı ülkesinde merak, keşif ve
hayranlık duygularına teslim olur.
Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının Meşrutiyet'in coşkusuna
gölge düşürmesine ramak kaldığı bir dönemde tadını çıkarır İstanbul'un ve
şehrin büyük bölümünü kül eden Fatih-Altımermer Yangını'na tanık olur.
Le Corbusier'nin önce kısmen bir yerel gazetede yayımladığı,
yarım asır sonra da kitaplaştırdığı mimarlık anlayışının oluşmasında önemli
payı olan– bu gezisine ait notları, dilimizde ilk kez eksiksiz olarak
yayımlanıyor.
*
Genelde 20.yüzyılın en büyük mimarı sayılan Le Corbusier’in
bizim buralara yaptığı gezileri kendi çizgileri ile anlattığı harika bir kitap.
Çok ilginç bir şey dikkatimi çekti: Süleymaniye başta olmak
üzere klasik Osmanlı yapılarını seviyor, övüyor ama Dolmabahçe, Çırağan
saraylarını “iğrenç” buluyor.
Sadece mimari gözlemler değil aynı zamanda günlük yaşamı,
insanların davranışlarını hatta ruh hallerini rahat, samimi ama en önemlisi o
bildik oryantalizm bakış açısına sahip olmadan anlatıyor.
Kitapta Selimiye Camii’ni birkaç cümle ile geçiştirmesi
belki düşkırıklığı yaratabilir ama Sinan’ın İstanbul’daki eserlerine bitimsiz
bir hayranlık duyduğu çok açık. Bir de şu var: Bu geziye başladığında daha 24
yaşında, okulu yeni bitirmiş bir mimar adayıdır. Eğer mimarlık kariyeri,
yapıtları olan bir mimar olarak gelseydi övgüleri, hayranlıkları eminin çok
daha fazla olacaktı.
Kitabın ilk kez ve eksiksiz olarak (ve tabii iyi bir
çevirmen tarafından) dilimize çevrildiğini de hatırlatalım.