"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

3 Haziran 2012 Pazar

AMERİKA-JEAN BAUDRİLLARD

Baudrillard Amerika’da Avrupa kültürünün Amerika ile hesaplaşmasına alışılmadık bir boyut getiriyor. Amerika’yı ne modern Avrupa’yı tanımlayan kavram ve değerlerin tükenmişliğine ya da tıkanmışlığına bir alternatif olarak gören ne de Avrupamerkezci bir kültür ve uygarlık anlayışıyla eleştirmeye yönelen bir kitap bu. Üçüncü bir yaklaşımın, Amerika’yı Amerika olarak anlamanın ve bunu da yerinde, Amerika’nın kendisinde yapmanın zorunluluğunu savunuyor.
Öte yandan Baudrillard’a göre Amerika’yı yerinde anlamanın yolu müzelerini, kütüphanelerini gezmek, geleneksel anlamda kültürel ürünler olarak adlandırdığımız şeyleri aramak değildir. Tersine, doğanın insandan önce geçirdiği bütün evrimleri sergileyen ilkel bir coğrafya, kent kavramlarımıza sığmayan bir kentleşme, farklı bir birey, ahlâk ve sağlık anlayışı, bir “başka-kültür” sunan Amerika’yı görmek gerekir.
Bunu yapmaksa Batı’nın çöllerini boydan boya kateden otoyollarda gözden kaybolma noktasına varacak kadar hız yaparak Avrupa’da hiçbir zaman rastlanamayacak bir mekân ve yataylık deneyimi yaşamayı; Las Vegas’ı çölden fışkıran yapay bir ışık demeti olarak görebilmeyi; ne bir merkezi ne de dış sınırları olan ve böylece kent kavramını yeniden tanımlayan Los Angeles’ı gece karanlığında uzaktan seyretmeyi; New York’un siluetinde beliren yepyeni dikeyliği algılayabilmeyi gerektirir.
Sağlık çılgınlığı, özel bir look arayışı, başarma saplantısı içindeki Amerikalılar New York maratonunda nefesleri tükenene kadar koşarak ya da ortaçağ işkence aletlerine benzer aletlerle vücut geliştirerek acı çekerler. Ancak her şeyden önemlisi, başarının sırrı olan bu acı, yapayalnız çekilen, hiçbir dayanışma içermeyen bir acıdır.
Bu tür saptamalardan yola çıkarak ince bir mizahla yüklü bambaşka bir Amerika resmi çiziyor Baudrillard. Ancak özgün betimle-melerden ibaret bir gezi kitabı değil bu. Güçlü bir sosyo-politik çözümleme ve eleştiri üretiyor. Daha da önemlisi modern Batı’yı tanımlayan temel değer ve ilkelerin Amerika’da aldığı biçimlere bakarak Avrupa’nın aynı ilke ve değerleri gerçekleştirmedeki başarısını, hatta samimiyetini sorguluyor.
Bugün tüm dünyayı etkisi altına alan Amerikan yaşam ve düşünme biçimine farklı gözlerle bakan bu yapıt, Baudrillard’ın hiper gerçeklik deneyiminin ilk ürünü...

*
Baudrillard Amerika’yı her şeyden önce “hiper gerçek” olarak tanımlıyor. Eğer, başka kıtaları ve ülkeleri gezmemiş tanımamışsanız bunun ne anlama geldiğini hiçbir zaman anlayamazsınız. Ama eğer özellikle Avrupa, Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika gibi yerleri az çok biliyorsanız yazarın neden hiper gerçek dediğini çok daha iyi anlıyorsunuz. Amerika, yeryüzünde belki de en son gezilecek ülkedir. Baudrillard’ın deyimiyle ütopyanın gerçekleştiği yerdir.
Amerika’nın belki de gerçek sahipleri sanırım zenciler. Bu ülkeden başka bir ülke olduğunu ne biliyorlar ne de umursuyorlar. Yukardan bir el onları kaldırıp dünyanın herhangi bir ülkesinin ortasına bıraksa, ne yapacaklarını bilemezler. Onlar için bu ülkeden başka bir yer yok yeryüzünde, hatta ülke ne demektir onu bile bildikleri şüpheli. Onlar için televizyonda, sinemada, haberlerde gördükleri diğer ülke ve insanlar birer ‘ekran doldurucu’, bir simülasyondan ibaret.
Baudrillard, kitabında bir çok açıdan övgüyle bahsediyor bu ülkeden. Ama dikkatli bir okur bunun bir övgü değil övgünün simülasyonu olduğu farkına varır.  Burası ütopyanın gerçekleştiği yer derken asıl sorulması gereken soru “Peki ama, ütopya’dan kastınız nedir? Belki de hiç de iyi bir şey değildir anlatmak istediğiniz” sorusudur. Zaten bu nedenle “..ve bir çölle bir metropol arasındaki farkı anlayamazsınız" der.
Bu ülkeye gidecekler, burada yaşayanlar ve hiç gitmeyecekler için olmazsa olmaz bir kitap.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9