"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

9 Haziran 2012 Cumartesi

MELEK SUSTU-HEİNRİCH BÖLL

8 Mayıs 1945 günü, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ateşkes ilan edildiği sırada, genç bir asker, elinde sahte belgelerle, doğduğu kente döner. Kent, bombalar altında yıkıntıya dönmüştür. Genç askerin aradığı, yiyecek, kalacak bir yer ve insandır. İnsanları bulur ama, bencillikle, Hıristiyanlığın çifte ahlak anlayışıyla bezenmiş olarak. Yıkıntılarda yaşayan, savaştan çıkmış insanları, erkekleri, kadınları, hatta çocukları... karaborsacıları, onların kurbanlarını, mültecileri ve bir biçimde yurtsuz kalmış insanları tanırız bu kitapta; savaşın ezdiği, ölmüş olmayı dileyen, ancak zamanla hayatı yeniden kabullenmeye cesaret edebilmiş insanları da; siyasal açıdan kendini sağlama almış, hiçbir şey olmamışçasına hayatına devam eden insanları da. "Bu kitapta savaşı anlatmadım," der Heinrich Böll. "Karaborsa ve kokuşmuşluk cenneti olan savaş sonrası dönemi de. Ben yalnızca o günlerin insanlarını, çektikleri açlığı, acıları anlatmak istedim; bir de bir aşk hikayesini. Savaştan yurduna dönerken bu dünyada 'yurt' diye bir şey olmadığını bilen bir kuşağın suskunluğuna uygun düşen temiz, ama güç bir aşkın hikayesi bu. "Heinrich Böll'ün ölümünden sonra terekesi içinde bulunan ve Almanya'da ilk kez 1992 yılında yayınlanan Melek Sustu, geçerliliğini savaşı yaşamış her yerde koruyan bir roman.
 
Alman edebiyatının Nobel ödüllü yazarı Heinrich Böll, "Melek Sustu" adlı kitabında, -öldürmek yaralamak yakmak yıkmak dışında- savaşın insanlara neler yapabileceğini anlatıyor.

“Ben,” dedi sessizce, “sürekli can sıkıntısı çektim. Başka tanrılara tapmadım ve hayatta olduğu sürece, karımı aldatmadım…”

Son büyük Alman yazarıdır Böll desek, pek itiraz gelmez gibi. Gerçi gelse de bu gerçek pek değişmez.
Melek Sustu’nun girişi sanırım en etkili, en güzel yazılmış giriş bölümlerindendir. Bir buçuk sayfada anlatılmış bir karşılaşma sahnesidir bu. Ama çok şey ifade edebilecek gücü olan bir sahne. Bir o kadar da şiirsel.
Melek Sustu’da iki harabe var: Savaşta yerle bir olmuş kent ve yerle bir olmuş insanlar. Haraberler arasında da iki tür yapı ve insan vardır: Ya artık yıkılarak ve ölerek temelli çekip gidenler ya da hala yaralı da olsa ayakta kalmaya çalışan, ve de kalan yapılar ve insanlar.
Romanda herkes bir şeyler arıyor. Ekmek, karne, kurşuna dizilmemek için sahte terhis belgesi, ölmüş bir eşin eşyaları, kan, aşk, kalınacak bir oda, bir insan. Bir şeylerini kaybetmiş insanların, kaybettiklerini bir başkasında bulma umudu..
Bitmiş artık denilen yerden başlatıyor öyküyü ve şiirsel bir berraklıkla sona götürüyor Böll. Roman denen şey, insanın gayri resmi tarihidir. Başımıza gelmemiş başımıza gelmişleri gösterir. Böll de bunu en iyi yapan yazarlardandır.
Kitabın sonu da bir o kadar şiirsel ve dokunaklı. Son sahneler, Meleğin susuşu yani…

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9