"Yo siempre me había imaginado el paraíso bajo la especie de una biblioteca."
"Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir."
Jorge Louis Borges

15 Haziran 2012 Cuma

ÜÇÜNCÜ POLİS-FLANN O’BRİEN

Ulysses ve Finnegans Wake'i yazmış olmasına rağmen James Joyce [Flann O'Brien'ı] kıskanabilirdi."
The Observer
"Hakiki bir mizah duygusuna sahip, gerçek bir yazar." James Joyce
"Flann O'Brien'ın eselerini yeterince takdir etmezsek büyük adamları hak etmeyen aptallarız demektir. Flann O'Brien çok büyük bir adam." Anthony Burgess
"Scott Fitzgerald'da olduğu gibi yazınında inanılmaz bir huzur var; her sayfada dokunaklı bir zarafet pırıldıyor."John Updike
"At Swim-Two-Birds ilk yayımlandığından beri aklımda yüzyılımızın en iyi kitaplarından biri olarak kaldı... Ulysses ve Tristram Shandy'yle aynı düzeyde." Graham Greene
"Flann O'Brien özgün bir yazar, anlatımı ise tuhaflıkları doğal, olağanı komik yapacak kadar hızlı ve keskin."The Times
"O'Brien 20. yüzyılın komik dahilerinden biriydi." BOSTON GLOBE
James Joyce ve Samuel Beckett'la beraber İrlanda edebiyatının Kutsal Üçlü'sünü oluşturan Flann O'Brien, doğumunun yüzüncü yılında Türk okurlarıyla buluşuyor. Adı bu üçlünün hep en sonunda anılsa da 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biridir O'Brien. Parodi ve hicvi muzipçe kullanarak dilin anlamı iletmede, hatta oluşturmada üstlendiği kurgusal rolü alaşağı etmesiyle ve gerçeklik dediğimiz kurgunun maskesini düşürmesiyle, Avrupa henüz postmodern kelimesini duymamışken postmodenist olmuş bir yazardır o.
Absürdün kinayesi olarak ancak Alice Harikalar Diyarında'yla kıyaslanabilecek olan Üçüncü Polis bir cinayet romanı, İnsan ile bisikleti arasındaki hassas ilişkinin öyküsü ve bitmek bilmeyen suçluluk hissinin tüyler ürpertici masalıdır. Hayatını filozof De Selby'nin çalışmalarına adamış olan isimsiz anlatıcı, parası için ihtiyar Mathers'i öldürür. Ancak bir süre sonra kendisini ölü adamla karşı karşıya bulur. Para kutusunu arayışında yolu bir karakola düşecek, burada hayata bakışları ve uğraşları De Selby'ninkinden de tuhaf olan iki polisle tanışacak, üçüncü polisin gizemini çözebilene dek olağanüstü şeylere tanık olacaktır: Bisiklet gibi davranmaya başlayan insanlar, göreni (ya da ona dokunanı) delirten imkânsız bir renk, sonsuza dek küçülerek iç içe girmiş sandıklar...
Kurgusunun paradoksal yapısı ve kısır döngüsüyle hızla mekanikleşen modern dünyada makineleşen insanı ele alan Üçüncü Polis, kısa sürede kültleşmiş bir
çağdaş klasik.
"Hakiki bir mizah duygusuna sahip, gerçek bir yazar."
"Flann O'Brien'ın eserlerini yeterince takdir etmezsek büyük adamları hak etmeyen aptallarız demektir. Flann O'Brien çok büyük bir adam."
Anthony Burgess

*
“....gözle görünenin ötesinde bir şey görene kadar bak.”

Geçen yüzyılın en ıskalanmış yazarları listesi yapılsa sanırım ilk beşe gireceklerden biridir Flann O’Brien . Sadece diğer ülkelerde değil,  kendi ülkesinde de ıskalanmıştır.  Ama edebiyat tarihi İrlanda’dan çıkmış üç büyük yazardan biri olarak anar adını. (Diğer ikisi ise Joyce ve Beckett)

Üçüncü Polis sonunda çözümlenir, ama o ana kadar asla kendini ele vermez. Adı sayesinde bir polisiye okuyacağımız kanısına kapılırız ama gelgelelim bu yapıt hiç de alışıldık türden bir polisiye değildir.

O’Brien ve bu romanı özellikle Lost adlı diziden sonra tekrar keşfedilmiştir.  Hatta okuyunca  çok ünlü bir filmin de bu kitaptan esinlendiğini (aslında tamamen bu kitabın mantığı üzerine kurulduğunu)  görüyoruz. Böylece edebiyatta, sinemada ‘yeni bir şey yaptım’ diyenlere her daim yukarlardan birilerinin bakıp gülümsediğine bir kez daha emin oluyoruz.

Üçüncü Polis bize bir öykü anlatmaktan çok yaşamın en temel ve yanıtsız sorularından birine pek de hoşumuza gitmeyecek alternatif bir yanıt veriyor, bir tablo çiziyor. Zaten bu tablonun içinde çıktığımız gezi de tüm gerçekliği altüst eden bir yerde gerçekleşiyor. Tablonun kenarlarında ise tutuşmuş alevleri hayal etmemek elde değil.

Ana öykünün altına De Selby adlı kendi uydurduğu  egzantirik bir filozofun görüşlerini dipnotlar halinde veriyor yazar.  De Selby öyküye harika bir derinlik kazandıran bir figür. Ama öykü kadar bu filozof ve onun teorileri de fantastiktir. Yazar her imkanı kullanarak bazı soruların ne yaparsak yapalım yanıtsız kalacağını ispatlamaya çalışır böylece. Madem gerçek yanıt bulamıyoruz o halde en azından sorularımız mükemmel olmalı der sanki.

Öykü hiç aksamadan düz bir çizgide ilerlerken bir anda bambaşka bir şeye dönüşüyor. Trajedi ve komedi, kargaşa ve karnaval adeta birbirine karışıyor. Yazarın imlegemi öyle bir noktaya varıyor ki, sanki yanımızda olsa ‘artık bu kadar da yeter’ diyeceğiz. Zaten bir yayınevi editorü  kitabı okuduktan sonra “Bay O’Brien, harika bir düş dünyanız var, ama biraz daha az içmeniz gerek,’ demiş.

Gelgelelim bu öykünün sonu nereye gidecek diye beklerken aslında  yanıtın çok önceden verildiğini görüyoruz.  Ama bunu romanın kahramanı ile aynı anda öğreniyoruz.  Belki de içinde bulunduğumuz durum, bu kitabın kahramanının içinde bulunduğu durumdan hiç de farklı değildir.

Flann O’Brien bırakın başka dili, kendi dilinde bile zor bulunan bir yazar. Kıymetini bilelim.

*
Tuhaf ve tekinsiz

MEHMED MEHMEDOĞLU
James Joyce ve Samuel Beckett’la beraber İrlanda edebiyatının üç büyük yazarından biri kabul edilen Flann O’Brien, 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında anılmasına rağmen kitaplarının bazılarını yaşarken yayımlatamamıştı. Yazarın başyapıtı Üçüncü Polis şimdi Türkçede.

ÜÇÜNCÜ POLİS, FLANN O’BRIEN, ÇEV.: GÜLDEN HATİPOĞLU, EVEREST YAYINLARI, 240 SAYFA
James Joyce ve Samuel Beckett’la beraber İrlanda edebiyatının en önemli üç yazarından biri kabul edilen Flann O’Brien, doğumunun yüzüncü yılında Türk okuruyla buluşuyor. Ama şüphesiz, yazarla ilgili yapılacak olan kısa bir incelemenin de göstereceği gibi, bu gecikme Türk okuruna özgü değil. Flann O’Brien, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri kabul edilmesine rağmen, kendi ülkesinde dahi pek tanınmamış, kitaplarının bazılarını yaşarken yayımlatamamış, adı genellikle Joyce ve Beckett’tan sonra anılsa da onlar kadar ilgi uyandıramamış bir yazar. Bunda hiç şüphesiz çağdaşlarının da payı var. İlk romanı At Swim-Two-Birds’ü yayımladığında James Joyce da Finnegans Wake adlı eserini yeni yayımlamıştı. Joyce’un eseri edebiyat çevrelerinin ilgi odağı haline gelirken, O’Brien’ın romanı yalnızca 244 adet satmıştır. Dahası aynı kitap, ikinci basımı için yirmi yıl beklemek zorunda kalmıştır. Aynı durum O’Brien’ın ikinci romanı Üçüncü Polis için de geçerli olacaktır. Hiçbir yayınevi bu romanı yayımlamaya yanaşmaz. Gerekçe, romanın “çok fantastik” olduğu şeklindedir. Nihayetinde, roman yayımlanmak için yazarın ölümünü bekleyecektir.
Sansür ve fantastik edebiyat
Üçüncü Polis’i çevreleyen hâlenin bir boyutu bu. Romanın içine doğduğu koşulların biri de dönemin baskıcı ortamıyla ilgili. Gerek yaptığı çeviri, gerekse kitaba yazdığı önsözle dikkati çeken Gülden Hatipoğlu’nun da belirttiği gibi, Üçüncü Polis’i kuşatan katmanlardan biri hiç şüphesiz İrlanda’daki baskıcı havanın ta kendisidir. Yeni ve özgür İrlanda devleti kurulduktan sonra çıkarılan sansür yasalarıyla edebi metinler baskı altına alınmaya çalışılmış, yazarlar sansür kurulunun hışmına uğramamak için fantastik romana yönelmişlerdir. Bir dönem Doğu Avrupa sinemasında, günümüzde ise genellikle İran sinemasında karşımıza çıkan bir zorunluluk hali, yeni bir dilin, yeni ifade şekillerinin, edebiyat adına yeni bir imkânın doğumunu hazırlamıştır bir bakıma. Joyce ve Beckett’ın aksine İrlanda’da yaşamaya devam eden Flann O’Brien yapıtlarındaki gerçeküstü ve fantastik dünya ile türlü dil oyunlarına da başvurarak postmodern edebiyatın hazırlayıcılarından biri haline gelmiştir. Buna, alegori ve hicvi de ekleyerek dönemin siyasal ve sosyal ortamına şiddetli eleştirilerde bulunur yazar. Bile isteye tercih edilen fantastik tür, yazarı sansür kurulunun baskısından korumakla kalmamış, ona edebiyat adına yeni imkânlar da tanımıştır.
    Bu bakımdan, Flann O’Brien’ın en şaşırtıcı metinlerinden biri olan Üçüncü Polis, sansür kurulunu olduğu gibi, pek çok okuyucuyu ve eleştirmeni de yanıltmış olsa gerek. Çünkü bir cinayet sahnesiyle açılan kitap, ilk bölümün sonuna kadar polisiye bir romanla karşı karşıya olunduğu izlenimi uyandırıyor okurda. Romanın kahramanı, De Selby adlı bir yazarla ilgili bir kitap yazmaktadır ve bu kitabı yayımlayabilmek için paraya ihtiyacı vardır. Roman boyunca adı verilmeyen kahraman, Divney adlı birinin yardımıyla bir cinayet işleyecektir. Yaşlı bir adamı parası için bisiklet pompası ve kürekle öldürür iki arkadaş. Bu cinayette roman kahramanına yardım eden Divney adlı diğer kahraman, öldürülen yaşlı adamın evindeki para kutusunu alıp bir yere gizler. Kitabın ilk bölümünde roman kahramanı ile giderek onun tüm yaşamını ele geçirmeye başlayan Divney arasındaki ilişkiye odaklanıyor Üçüncü Polis. Yaşlı adamın öldürülmesiyle elde edilen paranın bölüşülmesine kadar geçen zaman dilimi içinde kahramanların geçmişlerine, kahramanın üzerinde çalıştığı De Selby’le ilgili kitaba atıflarla ilerleyerek okuru polisiye bir metnin sınırlarına sürüklüyor.
    Ama giriş bölümünden sonraki bölümlerde roman bambaşka bir şekle bürünüyor. Gülden Hatipoğlu’nun deyişiyle “gerçekçi bir anlatı gibi başlayan, fabulist bir anlatı olarak devam eden ve gotik olarak biten Üçüncü Polis”, ayrı türleri bir araya getirerek trajedi ve komedi arasındaki geleneksel ayrımı da ortadan kaldırır bir bakıma. Kitabın ikinci bölümünde kendini bir karakolda bulan kahraman, bir yandan içinde bulunduğu durumu üzerinde çalıştığı De Selby adlı –hayali- yazarın metinleri ve görüşleriyle açıklamaya çalışırken, bir yandan da dönemin İrlanda’sına gönderme yapar. Üçüncü Polis, yeni kurulan devletin polis devleti olduğuna ilişkin imalarda bulunurken, bisikletlerle insanların yer değiştirdiği, insanın bisiklet, bisikletin de insan olarak görüldüğü bir anlatının içine çeker okurlarını. Merak uyandıran ilk bölümün aksine, tuhaf ve tekinsiz bir atmosfer doğmuştur artık. Karanlık karakollar, gizemli polisler, garip yasaklar, katil ile maktulün karşılaştığı bir ev, bitmek bilmeyen bir suçluluk hissi, her şeyin altüst olduğu bir sosyal yaşam, sonsuza dek küçülerek iç içe geçmiş sandıklar, özellikle de bisikletler romanın sonraki bölümünde öne çıkmaya başlar. Katillerin yerine bisikletlerin asıldığı görülür. İnsanlar yerine bisikletler sorgulanır. Diğer yandan roman kahramanın tüm benliğini ele geçiren yazar De Selby’nin görüşleri hemen hemen her şeyi tanımlamaya başlar kitabın dipnotlarında. Dahası, amacı okura yol göstermek olan dipnotlar giderek tüm metni ele geçirir. Üçüncü Polis’teki bisikletlerin, atom fiziği için bir metafor olarak kullanılmasının yanı sıra, hızla mekanikleşen modern dünyada makineleşen insanın bir alegorisi olduğunu belirtiyor Hatipoğlu. Aynı şey yazarın sıklıkla kullandığı dipnotlar için de geçerli olsa gerek.
‘Hakiki bir mizah duygusuna sahip’
Flann O’Brien, William Saroyan’a Üçüncü Polis’le ilgili yazdığı mektubunda, kitabın konusu itibariyle komik olması gerektiğini, ama bundan o kadar emin olmadığını belirtiyor. Nihayet yazar bir başka mektubunda kendi metninin tanımını yapıyor: “Şekil itibariyle dairesel, yapısı itibariyle nihayetsiz, tekrarlayan ve fazlasıyla katlanılmaz.” Gölgesinde kaldığı James Joyce’un, “hakiki bir mizah duygusuna sahip, gerçek bir yazar” dediği Flann O’ Brien, “parodi ve hicvi muzipçe kullanarak dilin anlamını iletmede, hatta oluşturmada üstlendiği kurgusal rolü alaşağı ettiği” ve gerçekliğin tanımına ilişkin yargıları tartışmaya açtığı Üçüncü Polis’in yayımlandığını göremedi. Ama ondan sonra gelen yazarlar, (özellikle de postmodern yazarlar) yazarın bu yönelimini en üst seviyeye taşıdılar. Baskıcı bir ortamdan doğmuş, daha doğrusu bir zorunluluk yüzünden hayat bulmuş Üçüncü Polis, hiciv duygusu, edebi gelenekleri tersyüz etmesi, etkileyici bir alegori tercihi ve bölümler arasındaki yapısal değişikliklerle etkileyici bir roman.

*

İrlanda'nın Kafka'sı

A.ÖMER TÜRKEŞ
'Üçüncü Polis'in polisiye türle ilgisi ancak Kafka'nın 'Şato'su ya da 'Dava'sı kadar. Kafka'yı anmam boşa değil; çünkü O'Brien'in ele aldığı temalar ve temaları işleme biçimi çağdaşı Kafka'yı hatırlatıyor

‘Üçüncü Polis’, İrlandalı yazar Flann O’Brien’ın Türkçedeki ilk kitabı. Oysa ne O’Brien yeni bir yazar ne ‘Üçüncü Polis’ yeni bir roman. Eğer yaşasaydı, bu yıl içerisinde yüz yaşına basacaktı O’Brien. Eğer yazıldığı yıl yayımlansaydı, ‘Üçüncü Polis’ romanı altmışını dolduracaktı. Kısacası, bizim açımızdan bakıldığında çok gecikmiş bir tanışma. Ama bu durum O’Brien’i şaşırtmazdı herhalde. Çünkü James Joyce ve Samuel Beckett ile aynı dönem ürün veren O’Brien’in yıldızı –kendi ülkesinin edebiyat alemlerinde de- bir türlü parlamamış, romanlarının değeri ancak ölümünden sonra anlaşılmış, yazara ‘Üçüncü Polis’in ilk baskısını görmek bile nasip olmamıştı...
Daha önce hiç tanımadığınız bir yazarın romanını elinize almışsanız ve eğer hikâye “İhtiyar Philip Mathers’ı, çenesini kürekle paramparça ederek nasıl öldürdüğümü herkes bilmez” cümlesiyle başlamışa, peşin hükümlerin yanıltıcılığını bildiğiniz halde ister istemez bunun bir polisiye olduğunu düşünürsünüz. Evet, ben de peşin hüküm vermekle bir kez daha yanıldım. Para için işlenmiş bir cinayet, cinayetin failleri, kayıp paralar ve paranın peşine düşen bir roman kahramanı var hikâyede, ama ‘Üçüncü Polis’in polisiye türle ilgisi ancak Kafka’nın ‘Şato’su ya da ‘Dava’sı kadar. Yani polisiye bir metin okumayacaksınız. Kafka ve romanlarını anmam boşa değil; çünkü O’Brien’in ‘Üçüncü Polis’te ele aldığı temalar ve temaları işleme biçimi çağdaşı Kafka’yı hatırlatıyor. Aralarındaki yegane fark, Kafka’nın absürdle anlattığı cehennemi O’Brien ‘in gerçeküstü bir yaklaşımla ele almasında. O gerçeküstü niteliğidir ki romanın yayımlanmasını engelleyecek, ‘Üçüncü Polis’in kitaplaşması 1967 yılında gerçekleşecekti.
Yeniden hikâyemize dönelim. Romanın kahramanı cinayet işlediğini itiraf eden anlatıcının kendisi. İlk yirmi sayfada çocukluğundan cinayete ve sakladıkları parayı almaya gittikleri geceye kadar geçen süreyi kısaca özetliyor: Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, yatılı okulda yetişmiş, okulu bırakıp çiftliğe döndüğünde ailesinden kalan malları idare eden –aslında çalıp çırpan- John Divney ile tanışmış. Anlatıcının en büyük hayali, okulda kitaplarını okuyup büyük hayranlık duyduğu De Selby isimli bir yazar hakkında kapsamlı bir inceleme kitabı hazırlamak. Maddi durumları iyice bozulduğu için Divney tarafından ihtiyar Mathers’i soyma fikrine ikna edilen genç adam, elde edeceği parayla kitabını yayımlatmak niyetindedir. Ancak soygunu yaparken Mathers’i öldürmek, para kutusunu ise ortalık yatışana kadar parayı saklamak zorunda kalırlar. Parayı almaya gittikleri gece, elini kutuya uzattığında tuhaf bir an yaşar:
“Bunun ne olduğunu tanımlamaya çalışmak beyhude bir çaba olur, ama şu kadarını söyleyebilirim ki, olan biteni az çok idrak etmeye kalmadan korkudan ödüm patlamıştı. Bende ya da odanın kendisinde tarifi mümkün olmayan ama mühim ve olağanüstu bir değişiklik olmuştu. Sanki gün ışığı tabiata aykırı bir şekilde birdenbire değişivermiş, gecenin ısısı bir anda muazzam bir dönüşüme uğramış ya da sanki havadaki yoğunluk göz açıp kapayıncaya kadar iki katı azalmış ya da artmıştı. Belki de bütün bunlar ve diğer her şey aynı anda olup bitmişti, çünkü duyularım tamamen sersemlediğinden hiçbir şeye anlam veremez olmuştum. Yerdeki boşluğa daldırdığım sağ elimi mekanik bir şekilde kapatıp hiçbir şey bulamayınca bomboş bir halde geri cektim. Kutu ortadan kaybolmuştu!”

Döngüsel bir cehennem
Ve arkasından gelen sesle başını çevirdiğinde iyice sersemleyecektir; karşısında donuk ve delici gözlerle kendisine bakan kişi öldürdükleri ihtiyardır… Hikâyenin bu noktasında gerçeklikten ayrılıp gerçeküstünün alanına geçiyoruz. İrlanda kırsalında, hiç bilmediği bir yerlerde umutsuzca kayıp kutunun peşine düşen anlatıcının yolu tuhaf bir karakola, karokolun birbirinden tuhaf polislerine düşerken hikâye de içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Komik olaylara rağmen tedirginlik duygusunun giderek yoğunlaştığı hikâyenin bundan sonrasını özetlemek muammanın kilidini açmak anlamına gelecek. Bu nedenle daha fazla uzatmıyorum.
Bunaltıcı, gotik bir atmosfer kuran ‘Üçüncü Polis’, tıpkı Kafka’nın ‘Şato’su gibi, aranılana bir türlü ulaşılamayan döngüsel bir arayış hikâyesi. Aranılandan ziyade arayanın kimliği ve arayışın sürdürüldüğü dünyanın görünümü öne çıkıyor. Anlamını çözemediği bir dünyada, aslında cehennemi bir dünyada yalnız kalmış bireyin trajikomiğini anlatmış O’Brien. Trajikomik bir hikâye ama yazarın başlangıçta böyle niyeti bulunmadığı yazdığı bir mektupta kullandığı ifadelerden anlaşılıyor; “Aslında hikâyenin çok komik olması gerekiyor, ama bundan da o kadar emin değilim artık(…) Hiçbir kuralın ve kanunun (yerçekimi kanununun bile) geçerli olmadığı ölüler –lanetli– dünyasıyla ilgili bir şey yazmak bir dolu münasebetsizliğe ve matrak espriye zemin hazırlıyor.”
Kafka’nın yaptığı da bu değil miydi? Modern dünyada bireyin içine düştüğü hayatın hem trajik hem komik yanını ortaya koyarken o da kural ve kanunların buharlaştığı bir kurmaca dünya yaratmıştı. Öyle bir dünya ki; bitmemiş olanın tekrar başladığı, aşina olanın yeniden keşfedildiği, halihazırda çekilen ıstırabın bir kez daha yaşandığı, hatırlanmayanın hemencecik unutulduğu cehennemi andıran bir yer. “Şekil itibarıyla dairesel, yapısı itibariyle nihayetsiz, tekrarlayan ve fazlasıyla katlanılmaz.”
‘Üçüncü Polis’in Türkçeye gerek İrlanda edebiyatını gerekse Flann O’Brien’i çok iyi tanıyan bir çevirmen eliyle kazandırılması romanı anlamak açısından büyük yarar sağlamış. Gülden Hatipoğlu’nun önsözü yazarı ve romanı kuşatıcı mahiyette. Baskıcı ve bağnaz siyasi ve toplumsal yaşantısıyla bireyi boğan İrlanda’yı O’Brien’ın böyle bir hikâye içinde teşhir edişini çok iyi özetliyor; “Üçüncü Polis’te, İrlanda’da mitik ideallerle kurgulanan ulusal kimliği gercek kılmak adına bireyi, yaşamı ve sanatı absurdluk derecesinde yerelliğe hapseden ‘polis devlet’ anlayışı tiye alınır. Hem devlet soyleminde hem de gelenekci edebiyat soyleminde yuceltilen kırsal, O’Brien’ın romanında bilinen her turlu fizik prensibinin gecersiz olduğu, gerceklikten uzak, adeta masalsı bir yer olarak tasvir edilir. Bilinen gercekliğin kurallarıyla işlemez. Kurgulanmış bir oyun dunyasıdır adeta, polislerin oyun bahçesidir.” Bu ifadelere küçük bir ek; Kafka’nın ‘Dava’sındaki mahkeme binasıyla O’Brien’in polis karakolu arasındaki benzerlik de dikkat çekici.
Romanın biçimsel yeniliğinden söz ederek bitirelim: Kayıp kutunun peşinde İrlanda taşrasında çırpınan kahramanımızın elindeki yegane rehber De Selby’nin yazdıklarından aklında kalanlar. Kuşkusuz De Selby adlı bir yazar yok. O’Brien –Lovercraft gibi- günümüz post-modern edebiyatın çok sevdiği bir kurguyu çok önce kullanmış. Hayali bir yazarın hayali kitaplarından yaptığı alıntılar, verdiği dipnotlarla hikayesini ve gerçekliği içinden çıkılmaz bir biçime sokarken metnin metoforik zenginliğini de sağlıyor.
Yaşarken romanları hak ettiği ilgiyi görmeyen O’Brien’ın ölümünden sonra adeta yeniden keşfedildiği yılların, postmodernizmin ufukta belirdiği zamana denk gelmesi elbette bir rastlantı değildir, çünkü yazarın romanlarında sorguladığı meseleler tam da postmodern eleştirinin odağına aldığı sorunsallardır. Parodi ve hicvi muzipce kullanarak dilin anlamı iletmede, hatta oluşturmada üstlendiği kurgusal rolu alaşağı etmesiyle ve gerceklik dediğimiz kurgunun maskesini duşurmesiyle, Avrupa henuz postmodern kelimesini duymamışken postmodernist olmuş bir yazardır O’Brien.

ÜÇÜNCÜ POLİS
Flann O’Brien
Çeviren: Gülden Hatipoğlu
Everest Yayınları
2011
240 sayfa

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

©2012 Kitap Önerisi


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
9